1 Mar 2010

WTF are u thinking?


Telegraph gazetesinde yapılan bir araştırmaya göre normal bir adam gün içerisinde yaklaşık olarak 13 kez seksi düşünüyor. 13'ün içerisindeki rakamları yer değiştirin ne yaaptııı? 31 yapaaar. İyi olmadı. Hem de hiç.
Yılda 4, 745 defa seksi düşünen adamlar var. Bu araştırmayı nasıl yaptılar acaba? Bilemiyoruz.
Kadınlar ise günde yaklaşık 5 defa seksi düşünüyormuş. Bunu da çarpıp bölersek yılda sadece 1,825 defa demek. Bence bu da çok.

11 Eyl 2007

Kompozisyon (İlkokul 3.sınıf)


Konu: "3 dilek hakkınız olsa ne dilerdiniz?"

Günümüzde çok dilek hakkımız olması çok önemlidir. Maalesef sevinerek bu hakkımızı kullanırız her zaman. Benim 3 dilek hakkım olsa 3 dilek hakkı daha isterdim.Elde var 6 dilek hakkı, 5 ile 3 er dilek daha dilesem 15 dilek hakkım daha olur. 15 dilek ile her istediğimi dilerim. Günah değilse Allah olmayı dilerim. Allah olduktan sonra dilek hakkım sonsuz kere sonsuz olur. Çok akıllı olurum. Maalesef her istediğimi yapabilirim. Kendime kasvetli bir yarış arabası yaptırırım. Onunla Antalya'ya gider dedemlerin elini öperim. Dedem bana torunum Allah olmuş der. Sevinir. Harçlık verir. Abime vermez, çünkü o arabaya kusan bir gerzek. Sonra dedem mezarlıkta zombileri öldürmeye gönderir beni. Hepsini yok ederim ışın kılıcıyla. Babamı da bisiklet almadığı için bir güzel döverim.

10 Eyl 2007

Kill Bill

What's Love Got To Do With İt(oğluit)


Oh whats love got to do, got to do with it
What`s love but a second hand emotion
What`s love got to do, got to do with it
Who needs a heart
When a heart can be broken

Tina Turner, isminin manasını soran bir gazeteciye "biz fırıldak değiliz" demişti. Gerçekten de Tina Turner benim gördüğüm en çirkin seksi kadındı. Adeta bir dönmeye benziyordu. Hence the name Tina "Turner". Tina Turner'ın sevdiğim üç tane şarkısı var. Bir tanesi bu what's love got to do with it, ikincisi addicted to love, üçüncüsü de Gesi Bağları. Ama sonuncudan pek emin değilim. Bedia Akartürk'ün bir türküsü de olabilir, Tina Turner'ın bir şarkısı da. Pek çok şey olabilir. Besi bağları da olabilir, hani hayvanları otlatıyorlar bağda filan. Neyse.

Tina Turner zenci bir kadın. Saçlar başlar dağınık, her saat itibariyle yataktan fırlamış gibi. Bacakları kaslı, at baldırı gibi bir takım uzuvları var. Çirkin mi dersen, eğer bu çirkin değilse kardeş çirkin kim o zaman? diye sorasım var. Çirkin mi çirkin. Fakat seksi mi seksi bir kadın. Kadınlar nasıl Deprem Profesörü Mete Işıkara'yı seksi buluyorlarsa, Okan Bayülgen gibi bir bayır turpunu bile seksi buluyorlarsa ben de Tina Turner'ı seksi buluyorum. (Bu arada bence depremden 15 saniye önce kişneyen bir küheylanın yarattığı katma değer Mete Işıkara'nın depremle ilgili bütün çalışmalardan daha fazladır ve bu iddiamı her türlü bilimsel ortamda kanıtlamaya hazırım.)

Seksi sanatçı kimdir? sorusu geliyor hemen aklımıza bu noktada. Seksi sanatçı kendisine yakışanı giyen midir? Yoksa dal taşşak dolaşan insan mıdır? Yiğidin malı meydandadır prensibiyle dolaşan baletler midir seksi? Seksi insan kendisiyle seks yapmak istediğimiz insan mıdır? Yoksa bir insanla seks yapmak istemesek dahi ona seksi diyebilir miyiz. Bence diyemeyiz. Özellikle bilhassa benim George Clooney'i seksi bulmam doğru olmaz mesela. Ama Angelina Jolie'ye seksi diyorsam eğer bilin ki, kendisine karşı niyetlerim tamamen halisanedir. Bugün bir Angelina Jolie kolay yetişmiyor. Birine çok seksisin demek, tabirimi mazur görün ama bence kibarca "ben sana kaymak istiyorum" demekten çok farklı değil. Yoksa kimse annesine, anneciğim bugün çok seksi görünüyorsun demiyordur veya baldızına seksi baldız nasılsın diyen birisinin aile ilişkilerinde düzeyi kaçırdığı konusunda sanıyorum tereddüt yoktur.

Bu minvalde, seksi sanatçıyı seks yapmak istediğimiz sanatçı olarak tanımlarsak eğer Tina Turner'ı seksi bulmam konusunda bir açıklama yapmak uygun düşer belki. Evet, Tina Turner'ı bir dönem şiddetle arzuladığımı burada yadsıyacak, öyle değilmiş gibi yapacak değilim. Fakat şimdiki aklımla baktığımda o dönemlerde çok da fazla seçici olmadığımı düşünüyorum. Ha şimdi Tina gelse ve "beni al" dese, ki Türkçe bilmediğinden "take me" veya "take me as I am" filan demesi beklenirdi. O an kendisini, "babannem yaşında kadınsın, yakışıyo mu senin gibi sanatçıya" diyerek ayıplarım. Fakat eskiden, bünyedeki testesteronun ve taşşaklardaki testisteronun etkisiyle olsa gerek traşlı maymunlara bile ilgi duyuyormuşuz. Ne acayip. What's love got to do with it? Nothing...

Starbak hele


1982 yılının serin bir sonbahar günüydü. Dedemle evde oturmuş tavla oynuyorduk. Henüz 6 yaşında olmama rağmen tavla oyunundan büyük bir keyif alıyor, bir şebek gibi, bir maymun gibi dedemi taklit ediyordum. Dedem kapı aldıkça ben de kapı alıyor, dedem pulumu kırdıkça ben de nispet onun pulunu kırıyordum. Tavlada mütekabiliyet esasını ben dedemden öğrendim.

Dedem tavla oyununu severdi. Bir de kahveyi. Kemikten yapılmış zarların tavlanın ahşap yüzeyinde çıkardığı seslere karışırdı kahvenin acı kokusu. Ve ben o yaşlarda yani 6 bilemedin 7 en çok ama 8 değil, kahveyle tanıştım. Dedem bak bu kahve dedi, sonra kahveye döndü bu da bizim torun dedi. Beni kahveyle dedem tanıştırdı. Kahve içtim ve aynı mitolojide veya efsanede, keçilerini otlatan çobanın kahve yiyip energizer tavşanına dönüşen keçileri gibi enerjim fazla geldiğinden zıplayıp durmaya başladım. Serde çocukluk var. Kahveyi fondiiüüürp diye höpürdettikten sonra hızımı alamayıp tavlayı da dedemin kafasına geçirivermişem. Hatta kahveyi içince mırra içmiş urfalılar gibin konuşmaya başlamışam gurban. Dedem pekmezini akıttığım için bana heç mi heç kızmadı. Torunum dedi bağrına bastı. Fakat oyunu ben kazandım diye mızıtıp bilyelerimi hacılamıştı. İnsan tuhaf, ne hoyrat.

O gün bu gündür, yani o gün 10 Eylül 1982'dü...Bugün de 10 Eylül 2007.. O gün bu gündür kahve içiyorum. Kahve içtim. İçerim de. Hatta şu anda içiyorum. Ve aklıma şu geldi. Viyana'ya kahveyi götürüp bırakan bizim atalarımız, bizim dedelerimiz, bizim ebelerimiz değil mi? Evet bizim atalarımız, bizim dedelerimiz ve bizim ebelerimiz. Kahveyi Avrupa'ya öğreten. Türk kahvesini icat eden Türkler değil mi, adı üstünde. Evet. Nasıl ki, Arnavut ciğeri arnavutların, Tekirdağ köftesi Tekirdağlıların ve Maraş dondurması Kahraman Maraşlılarınsa, Türk Kahvesi de Türklerin olmalı. Mantık bize bunu söylüyor. Aristo bize bunu söylüyor. Peki nasıl oluyor da, Seattle'daki bir kıçı kırık şirket çıkıp global dünyaya milyonlarca çeşit kahve satıp, milyarlarca dolar para kazanıyor. Şimdi, matematik ortada. Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı varsa, Starbucks'ın bir yılda sattığı kahve kaç yıllık hatır satın alır? Cevap: sıfır yıl. Çünkü bu şirket kahveyi bedava vermiyorki, ikram da etmiyor. Bunlar adama bedava günahını bile vermez. Kapitalist uşaklar, Seattle'da yumuşaklar. Bunlar bizden aldıklarını bize satıp, ülkenin ödemeler dengesini benim de psikolojik dengemi bozuyorlar.

Türkiye'de en işlek caddelerde, en pahalı kira bedellerini ödeyip dükkan tutuyorlar, sonra grande mi olsun venti mi olsun şeklinde kafa karıştırıcı bir takım sorularla, adımızı söyleyip "Hulusi bey, kahveniz hazır" diyerek empati yaratıp, sanki bizi tanıyorlarmış gibi davranıp ayak üstü alt tarafı 2 gram kahve ve 30 cl. sıcak su için dünyanın parasını alıyorlar. Buzlu kahve istersen bu kez dolduruyor bardağı ağzına kadar buzla, sen misin buzlu kahve isteyen diyerek geçiriyorlar ice latte'yi, frappüçinoyu. Üstüne krema ister misiniz Hulusi Bey, isterim diyorsan haşırt 3YTL, vanilya şurubu da olsun mu Hulusi? olsun, haşırt 3 YTL de oradan, yanında havuçlu kek de ister misiniz? Bilmem ki, istesem mi diye düşünürken. "Keki yersiniz havucu da arzu edersiniz kıçınıza sokarsınız, Hulusi Beyciğim..." şeklinde yönlendirmelerle sizi bir şekilde ikna ediyorlar. Olur, süngere benzeyen havuçlu kekten de yiyelim oldu olacak tam girsin. Borcunuz 21 YTL 25 krş. Sanki kahve içmeye değil Çakıl gazinosunda eğlenmeye gitmişsiniz gibi bir hesap çıkıyor karşınıza. Sonra sizin polaroid fotoğrafınızı, camekanda sergiliyorlar, kerizliğin belgesi olarak. En sevdiğimiz müşterilerimizden, Hulusi bey. Hafta içi, her gün sabahtan gelir, keriz gibi battal boy white mocha grande double shot ice frappucino ile skindirik keklerimizden yer. Sayesinde şirketimiz 2006 yılında 7.786 milyar dolar ciro yaptı. Bağdat caddesinin üzerinde 10 tane dükkan açtık önümüzdeki sene kısmetse 100 yeni yer daha açacağız. Bir de şuna dikkat ettim, starbucks'a ne sıklıkla gidersem gideyim oradaki baristalar (kendilerini bu şekilde adlandırıyorlar) on defa da söylesem, bin defa da söylesem adımı hatırlamıyorlar. Her seferinde de ısrarla soruyorlar. Ulan şerefsiz, samimi bir insan evladı olsan üçüncü bilemedin beşinci seferde Hulusi Bey hoşgeldiniz der, gönlünü alırsın insanın. Ben de derim ki, tamam belki boktan bir kahve için fahiş ücret alıyorlar ama en azından bir samimiyet var bir kadirşinaslık var. O da yok.
We don't sell coffee, we sell experience diyorlar. Çünkü biliyorlar ki kahve satıyoruz deseler, o fiyata o kahve olmaz. Adam mı skiyonuz derler. Fakat experience satınca gidip alıyoruz o experience'ı. Açıyoruz laptop'ımızı oturuyoruz kahve içiyoruz.
Modern insanın laneti de bu işte. Atalarımız savanlarda yaşadıkları dönemde, ateş peşinde götleri açık vaziyette koşarken, grande latte içemiyorlardı. Bu bir eksiklikti onlar için. Bugün çağdaş toplumlar bu açığı kapattı. Sonra biz Starbucks'ta oturmuş kahvemizi yudumlayıp laptopumuzdan reuters'ı takip ederken kriz çıktığını öğreniyoruz, alla alla neden çıkmış bu kriz diyoruz.
Son söz: Krizi kerizler yaratır.