
Günlerden bir gün, profesörün biri Zen hakkında araştırma yapmak için bir Zen ustasını ziyaret eder. Konuşmanın daha başından itibaren Zen ustası, profesörün derdinin Zen hakkında bir şeyler öğrenmekten ziyade kendi fikirlerini beyan etmek olduğunu anlar. Bir müddet sessizce dinledikten sonra, zen ustası profesöre çay ikram eder. Profesör "Kahve yok mu?" diye sorar. Usta, "maalesef kalmadı" der. Profesör "çocuğu gönderip aldıramaz mısın usta?" diye diretir. Usta "hangi çocuk? ne çocuğu?" diye sorar. Profesör "lafın gelişi" diye yanıtlar. Sözü uzatmayayım, profesör çaya razı olur. Usta profesöre ikram için uzattığı fincanı ağzına kadar taşıncaya kadar fincanı çayla doldurur. Profesör bir süre sabreder, sonra "naapıyon usta? çayı bol buldun galiba, arap yağı bol bulunca götüne sürermiş, seninki de o hesap ehehe! mehehe!" diye gülüp, çay fincanının dolduğunu ve daha fazla çay alamayacağını kendine göre esprili bir dille ifade eder. Usta durur, "Aynı bu çay fincanı gibi senin kafan da türlü fikirlerle, türlü cinliklerle dolu, yeni bir şey kabul etmek için hiç yer kalmamış, mankafa olmuşsun. Fincanını boşaltmadan ben sana nasıl Zen öğreteyim? Kafayı kazıtmakla, kel olmakla, keleş olmakla Zen ustası olunmuyor." gibi ifadeler kullanır. Bunun üzerine profesör fincanındaki çayı olduğu gibi yere döker, cingöz bir ifadeyle"Usta, fincanı boşalttım. Artık Zen öğrenmeye hazırım." şeklinde konuşur. Zen ustası "Hocam, sakın yanlış anlama ama üzülerek görüyorum ki, maalesef sende sike sürülecek akıl kalmamış. Bak sana hocam diyorum, hala saygımı muhafaza ediyorum. Zen ustasıysak biz de sabır taşı değiliz, hoca şaşırma, sabrımı taşırma"demek suretiyle profesörü kovar.
Çıkarılacak ders: Misafirliğe gelen insanlar için evinizde daima çayınız, kahveniz hazır olsun. Artı, misafirle hiçbir şekilde polemiğe girmeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder