5 Tem 2007

Noise and Signal 2.0


(McNaughts Comet over Eyre Peninsula South Australia)

Gürültü ve sinyal? Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin, bütünü, patırtı, şamata diye tanımlamış gürültüyü tdk. Fakat benim kast ettiğim gürültü bu değil. O yüzden wikipedia'ya bakıyoruz.
In common use the word noise means unwanted sound or noise pollution. Yani istenmeyen sesler veya gürültü kirliliği, ses kirliliği ya da. Tamam bu tanım daha güzel. Neden daha güzel zira, aralarında uyum bulunmayan düzensiz sesler deyince tam bir önyargısal Türk gürültü modeli ortaya çıkıyor. Bana göre Sezen Aksu'nun müziği gürültüye benziyor, babama göre de Metallica'nın yaptığı gürültüden ibaret. Yani kime göre ve neye göre uyumlu sesten söz ediyoruz? Değil mi ama. Bu duruma ekşisözlükten lem isimli suser, komşunuz mozart dinlerken sokaktan gelen ses gürültüdür, sokağı dinleyen biri için ise Mozart gürültüdür diyerek bambaşka bir açılım getirmiş. (Saygılar Lem) Ama bu gürültü tanımı da doğru olmakla birlikte yine bu gürültüden bahsetmek istemiyorum çok sıkıcı bu gürültü tanımı.

In science, and especially in physics and telecommunication, noise is fluctuations in and the addition of external factors to the stream of target information (signal) being received at a detector.
Bu biraz daha yakın açıklamaya çalıştığım kavrama.

Fooled by Randomness, Nassim Nicholas Taleb'in şu aralar bitirmek üzere olduğum kitabının adı. Temelde edebi düşünce yapısının gürültü ve anlamı birbiriyle karıştırma eğiliminde olduğunu söylüyor. Rasgele oluşturulmuş bir mesaj veya fikir içeren bir cümleden anlam çıkarmaya çalışmak...Lisede okursunuz bir şairin şiirlerini, Edebiyat öğretmenleri gelir bilmiş tavırlarla şair burada bayrağa sesleniyor veya şair burada bunu demek istemiş diye kafamızı karıştırır. Hep şüpheyle yaklaşmışımdır bu tarz öğretilere...Nereden biliyoruz peki şairin gerçekten ne söylemek istediğini? Şairin kullandığı sembollerin ne amaçlı kullanıldığını kendisine sormadan bilebilir miyiz? Belki sorsak bile gerçek anlamlarını söylemekten imtina edebilirdi şair.

Fransız şair Paul Valery ile ilgili bir hikaye var. Bir gün Paul Valery şiirlerini yorumlayan birine rastlıyor ve dehşete düşüyor, vay be ben ne anlamlar kast etmişim meğersem diye. Evet hikaye bu kadar.
Asıl mesele şu, artık gestalt psikolojisinden midir yoksa raslantısallığı içselleştiremediğimizden midir? (bu da nasıl saçma bir cümle oldu) artık bilmiyorum, çevremizde olup biten her şeyde bir anlam arıyoruz. Bulutlara bakıp onları anlamlı bir şeylere (mesela dalgalara) benzetiyoruz. Türk kahvesinin telvesine bakıp "sana yol göründü, senin geçmişte olan bir olaya canın sıkılmış (Viyana Kuşatmasına mesela)" gibi yorumlarda bulunuyoruz.











Rorschach mürekkep testinde deniz atı görüyoruz mesela gibi.










Gördüğümüz herşeyden bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz. Fransız şair Arthur Rimbaud'dan bahsediyor Taleb. Diyor ki, Rimbaud 19. yüzyıl sembolik şairlerinden biriydi. Bulutlarda camiler gördüm diyordu. Kendisi gibi sembolik bir şair olan Paul Verlaine ile tanıştı. Sembolik bir fiyat karşılığında Paul Verlaine'in evinde kalmaya başladı (bunları Taleb söylemiyor ben uyduruyorum. Ama evinde kalma kısmı gerçek.) Paul Verlaine ile Arthur Rimbaud birbirlerine aşık oldular ve kah absinthe kah hashish içerek deli dolu bir hayat sürdüler. Bir nevi Parisback Mountain filminin film seti gibi bir şey. Ama bu insanlar eşcinsel oldukları kadar semboliklerdi de.

Arthur Rimbaud yandaki resimde yakayı bağrı dağıtmış şekilde 17 yaşında. 18 yaşında iken Paul Verlaine sarhoş bir vaziyette öfkeyle Rimbau'ya iki el ateş ediyor. Kurşunlardan birisi Rimbaud'nun sol bileğine isabet ediyor. Rimbaud Şikayetçi oluyor, Verlaine'den iki sene hapis yatmasına sebep oluyor. Sonra Verlaine hapisten çıkıyor bu arada Rimbaud serbest vezinle şiir filan yazıyor, hapisten çıktığında Rimbaud şiiri filan bırakmış, tövbe etmiş ve katolik olmuş vaziyette. Şiiri bıraktığında 19 yaşında. Çok çeşitli ülkelere afrikaya, kıbrısa vs. giderek çalışıyor Rimbaud. İnşaatlarda amelelikten tutun, koloni tacirliğine kadar yapmadığı iş kalmıyor. Çoğunlukla tabanvay usulü seyahat ettiğinden olsa gerek Etiyopya'da dizim ağrıyor diye doktora gidiyor. Doktorlar da kanserden dolayı bacağını kesiyorlar. Sonra bacağındaki kanser yayılıyor neticede 37 yaşında ölüyor. Acıklı bir hikaye.
Her neyse, Mallarme, Rimbaud, Paul Valery filan bunların hepsi sembolistler aslında. Hepsi de ölmüş bunların ama bunların sembolizmi bize miras bırakmışlar. İşin içine Freud'un psikoanalizi, dindeki semboller filan birleşince herkesin kafası karma karışık bir hal alıyor. Rüyalar, hayal gücü, inançlar vs...
Bazı şeylere anlam yüklemeye, neden sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirmeye çalışıyoruz. Oysa hayat anlamsız :) Değil tabii. Ama o kadar fazla neden sonuç ilişkisi yok. Her başarının ardında yetenek yok. Çoğu şey aslında şansa bağlı. Kader ve kısmet işte. :)
Milyonlarca maymunu bir odaya kapatıp önlerine birer daktilo koysak ve bunlara sınırsız zaman versek, elbette içlerinden bir tanesi elinde Shakespeare'in bir eseriyle çıkıp gelecektir. Teorik olarak mümkün bu. Ancak, siz bu elinde İlyada destanıyla gelen maymunu yeni bir eser yazması için işe alır mısınız? Almazsınız. Talih o maymunun yüzüne gülmüştür çünkü. Çevremizde de böyle maymunlar yok mu peki? O konuya sonra gelelim.

Hiç yorum yok: