4 Haz 2007

TRT vs. Youtube

Hayat çok enteresan. Belki gereğinden de fazla enteresan.

Eskiden evdeki televizyonun antenini sağa sola çevirdiğimizi anımsıyorum. Kimimiz yapay yöntemlerle yükseltip alçaltıyor, kimimiz dama çıkıyor kimimiz ise antene alüminyum folyo sarıp, net bir görüntü yakalamaya çalışıyorduk. Tek kanal. O da TRT. Fena programlar vardı TRT'de. Şimdiki kadar reklam arası yoktu. O dönemler Türkiye'de bu kadar sayıda firma, medya planlaması, reklam, pazarlama, iletişim danışmanlığı gibi konularda faaliyet gösteren şirket filan da yoktu. Doğruyu söylemek gerekirse ülkede pek bi bok yoktu.

Yine de televizyonun olmadığı dönemleri yaşayan dedemin mahrumiyet anlayışı ile benimkisi oldukça farklı. Dedemin hayattan bir ipod beklentisi hiç olmadı, gramofonla bile 50 yaşında tanışmış. İstiklal harbi sırasında beyaz ekmeği kara somuna katık eden bir insanın diyet yapmak gayesiyle fahiş fiyatlara satın alınan kepek ekmeğine, çavdar ekmeğine, grissiniye harcanan paraları anlamasını beklemek de yanlış olur. (Kaymaklı ekmek kadayıfını yemeyi biliyosun ama Dedee!!)

Neyse söylemeye çalıştığım bizden önceki jenerasyonun çektiği mahrumiyetin düzeyi, bizim neslin acısını dindirmeye yetmiyor maalesef. Doğruya doğru, hayatımızın önemli bir bölümü tek kanala odaklandık. DVD yok, VCD yok, sinema desen tek film geliyor sezonda 3 ay oynuyor. Senede en fazla 4 film izlersin. Sinemada pop cin miydi neydi, patlamış mısır piyasasını tekelinde tutan üstelik %80 bayat mısır satan bir firma vardı. Tek kanalda siyah-beyaz programları, Rıza Silahlıpoda'yı, benim balonlarım vardı diye dolaşan ve asıl kendisi balona benzeyen şarkıcıları, sanat güneşini, Metin Milli'yi, Zerrin Özer'leri, Atilla Atasoy'ları, Güneş Tecelli'leri, İlhan İrem'leri vesaireyi izleyerek büyüdük. O dönemlerde Bülent Ersoy bile pipisini henüz kestirmemişti. (belki hala da kestirmemiş olabilir bunu ben bilemem, hayalimde canlandırmak dahi istemiyorum) Büyük sanatçı denince aklımıza şunlar geliyordu: Zerrin Özer, Bülent Ersoy, Tarık Akan. Şahsi fikrim sorulacak olursa, bence en büyük sanatçı Akrep Nalan'dır...tonaj bakımından.

Asıl konumuza geri dönelim. TRT'nin tekel olduğu dönemde, insanlar yine aynı aptal kutusuna bakıyordu. Belki ekranlar LCD veya Plazma değildi, hatta belki renkli bile değildi ve çok ufaktı. Yine de şimdikinden daha konsantre bir şekilde izliyorduk programları. Mesela Eurovision olurdu, milli mesele yapıp televizyona kilitlenirdik. Şerrefsiz Yunanistan sanki dedelerini İzmir'de denize dökmüşüz gibi sürekli puanımızı kırardı. Düşününce ben de hak veriyorum adamlara. Benim dedemi de biri denize dökse ben de puan verme konusunda bonkör davranmazdım. Bir an için dedemi üzerinde mayosu ve paletlerle birlikte tramplenden aşağıya atan bir Yunan palikaryası düşüncesi geldi aklıma... çok ürpertici bir düşünce.

Eski eurovision zamanlarında Türkiye adına çok nefis insanlar katılıyordu yarışmaya. Aman petrol, canım petroller, işte opera'lar, halley kuyruklu yıldızı üzerine yazılmış şarkılar. Belki ses yok, müzik yok, şarkı yorumu yok, koreografi yok, dans yok, kocakafa Kenan'ın götünden uydurduğu Türkçe'yle "shake it up, shekerim" gibi "benzersiz bir sound" yakaladığı parçalar da yoktu belki ama buna rağmen o dönemin şarkıcılarının anlamsız kendine güvenlerini takdir etmemek mümkün değil. Hakikaten o dönemlerde eğer bunlar Eurovision'da ülkemizi temsil edebiliyorsa, ben ileride çok büyük müzisyen olacağım dediğimi günleri çok net hatırlıyorum. Rol modeli konusunda hatalı referans seçimi insanı hayal kırıklığına uğratabiliyor.

TRT'nin tek kanal tahakküm döneminde, konsantrasyonumuz hat safhada Arhavi'nin yöresel lezzetlerinin neler olduğunu, doğru ahmet'in trafikte ezilmemek için neler yapmamız gerektiğine ilişkin öğretilerini, Oba makarna reklamını, komedi dans üçlüsünü (ki ben bunları eskiden komik bulurdum), MFÖ'yü, Tolga Han Dans Grubunu, Cenk Koray'ın soğuk esprilerini, Seyyal Taner'in Naciye'sini, Erkan Yolaç'ın evet-hayır yarışmasını izlerken buluyorduk kendimizi. Hatta yayın kesildiğinde ve ekranda sadece necefli maşrapa olduğunda dahi gözümüzü ayırmadan ekrana bakıyorduk.

Bu sayede ben o dönemde çok değerli bilgiler edindim. Mesela, hayatımın hiçbir döneminde musiki eğitimi almamış olmama rağmen bir yerlerde Türk Sanat Müziği çaldığında, hiç zorlanmadan tüm parçalara ezberden eşlik edebiliyorum. Algımız açıktı çünkü bir şekilde öğrenmişiz demek ki. Yoksa Judas Priest, Iron Maiden, Guns and Roses dinleyen birinin muhayyer kürdi makamını biliyor olmasını nasıl açıklayabilirsin? Bir yerlere gidiyoruz bir fasıl heyeti filan geliyor. Yeni nesilden kimse şarkıları bilmiyor, bir tek ben tüm şarkılara üstelik makamlarıyla eşlik edebiliyorum. Antiparantez annemin adı Nalan Altınörs Saatçi veya Samime Sanay filan da değil.

Bununla da kalmıyorum, teke zortlatmasından trakya Karşılamasına kadar tüm halk oyunlarını oynayabiliyorum. Halay da başı çekiyorum, horon tepiyorum, zeybek dövüyorum, teke zortlatıyorum filan. Yeni nesil maalesef Korhan Abay'ı bilmiyor, Bedia Akartürk'ün o kulakları çınlatan sesinden bir yeşil başlı gövel ördek türküsünü, Rıza Silahdeposu'ndan Bebek Sevgilim'i, Nilüfer'den Mor Menekşe'yi dinlemeden büyüyor. Barış Manço'nun posta adresini (Barış Manço Moda 81300 İstanbul), kafasını emme basma tulumba gibi sallamanın ne demek olduğunu, aerobik yaparken kullanılan alın bantlarının ne kadar cool göründüğünü, disko topları ve votkalı vişne suyundan ibaret diskoların o kendine has havasını, ürün portföyü bayat kuru pasta, limonata ve yapım tarihinin üzerinden en az 3 ay geçmiş ve kimsenin satın almaya cesaret dahi edemeyeceği sahte çikolatalı bozuk kremalı pastalardan oluşan pastaneleri, varolan depresyonunuzu daha da fazla artırmaktan başka bir işe yaramayan piyanist şantör takımını, Harika Avcı'da vücut bulan yoluk ve kabarık saç modelini, pantalonlarını renkli şeritli beyaz havlu çoraplarının içine sokarak sanki kıçına elektrik verilmiş gibi break dance yapan gençleri, comancheroyu, can ile tomtiniyi, küçük emrah ile ceylanı, serpil çakmaklı ile ahu tuğba rekabetini, commodore 64'e kafa ayarı yapmayı, 1 litrelik cam şişeden coca-cola içmeyi, Thomas Anders'i, Dieter Bohlen'i, samantha fox'un memelerini, rıdvan dilmen'in çalımlarını, eye of the tiger'ı, the final countdown'u, kumaş pantalon altına giyilen spor ayakkabıları...vs. bunları bilmiyor maalesef gençlerimiz.

Ben isterdim ki onlar da bilsinler bunları. Acıların paylaşıldığında azaldığına inanıyorum çünkü. Ne pis bir jenerasyona denk geldiysek, çağ atlıyoruz çağ atlıyoruz geyiğiyle çaktırmadan ebemize atlamışlar haberimiz olmamış. Youtube konusuna bilahare geleyim. Sinirlerim bozuldu biraz. Yayında emeği geçen herkesin de ta...

Hiç yorum yok: