27 Kas 2006

Thomas Edison





Yorulmak bilmez bir bilim adamı olan Thomas Edison, bilimin "%5 esin ve %95 terleme gerektirdiğini söylerdi. Bu formül günümüzde de geçerlidir. Bir şeyi ortaya koyabilmek için bazen mutlu bir raslantıdan yararlanılsa bile büyük bir sabır ve dayanıklılık her zaman şarttır.

Thomas Edison bu yüzden evinin bir odasına buhar banyosu, salona fin hamamı, oturma odasına sauna yaptırmış, banyosunu ise Türk Hamamı olarak dizayn ettirmişti. Deneylerinin büyük bir kısmını evin içinde bursa işi peştemalla dal taşak dolaşırken gerçekleştiren Edison terli terli su içmeyi çok severdi.
Sağdaki resimde Edison'un sonradan bu lafını değiştirip, dehanın %1 esin, %99 terleme olduğunu söylediğini görüyoruz. Daha sonraki tarihlerde ise Edison, malum sözünü defalarca değiştirmiştir. Örneğin bir keresinde futbolun, "%12 kondüsyon, %19 çapraz koşu, %21 prese presnen karşılık verme, %13 disiplin ve özveri, %6 idman, %4,5 toplu hücum- toplu savunma, %9 yemeden atılacak bir gol, %7,5 duran topları iyi değerlendirme, %6 hamle zamanlaması ve %2 şansa" bağlı olduğunu söylemiştir. İlerleyen yıllarda altılı ganyanda başarının "sırasıyla %30 ve %25 oranlarında jokeyleri ve atları tanımaya, %23 oranında puanlı bültenden çalışmaya, %10 oranında galopları takip etmeye ve %12 oranında şansa" bağlı olduğunu söyleyen Edison'un yaşlandıkça şans unsuruna daha bir fazla önem verdiğini görüyoruz.
Edison'la Erol Evgin arasındaki benzerlik ise gözden kaçacak gibi değil!

Dene-me Yanıl-ma

Bu cumartesi önceki cumartesilerden farklı bir aktivite yapmaya karar verdim. Yani ayık kafayla müziğimi dinleyip, kuru yemişimi yiyip, light colamı içip kenarda durup, kimseye bulaşmayıp, karizmatik bakışlarımla etrafı süzüp, müziğin doğal devinimi ile salınıp, fazla asortik hareketlerle kendimi rezil etmeyip, high tempo müziğe down tempo ritmlerle eşlik edip duracaktım. Fakat olmadı. Zaten cümlenin gidişinden olmayacağı belliydi, öyle değil mi? Bir birayla başladım: Corona. Lightest of all beers.

Corona'nın içine limon koymalarının nedeni limonun sineği biradan uzak tutmasıymış. Şimdiki mekanlarda kara sinek yok. Fakat yine de nedendir bilinmez barmenler biranın içine bir dilim limon koymaya devam ediyorlar. Sanki tadı daha güzel oluyor. Hayır olmuyor.

Şimdi ben geceye bu corona ile başladım. Ardından barda durmakta olan doritos çerez kabını gördüm. Dikkatimi celbetti. Birayla cips yemeyi denedim. Tadı hoşuma gitmedi. Bir boka benzemiyordu açıkçası. Dur dedim bir tane diet cola söyleyeyim. (önceleri light cola'nın ismi diet colaydı, sonradan sanırım bir takım olumsuz çağrışımlar yapıyor diye bunu light cola'ya çevirdi Coca-Cola Co. Fakat tadı aynı, ismi farklı sadece. Dolayısıyla Coca-Cola şirketi kimi kandırıyor hacım? Beni kandıramıyor. Ha diet kola demişsin ha light cola, istersen neşeli cola veya uykucu cola yaz, beni hiç etkilemiyor, istersen obez cola koy ismini helal-ü hoş olsun).
Bira, cola, bira, derken vodka redbul seansına bi tutuldum. Zıbam zıbam. 1-2 derken hafiften delirium tremens moduna doğru geçmeye başladım. Uy deliriyum da. Benim kafa oldu 1 YTL. Bi milyon yani. Sağa sola sırnaşma moduna hafiften geçiyorum artık.
Mekan kapanacak, sekssiz bir geceye bu bünyenin tahammülü yok. Fakat aynı zamanda seçici olan bu bünyenin böyle de bir açmazı var. Sözü fazla uzatmayayım. Benim durduğum yerdeki merdivenlerin başına siyah saçlı, siyah kazaklı, kotlu çizmeli filan kedi gibi, (ama taş bir kedi gibi) bir hatun geldi durdu. Bana bakıyor. Benim varsayımım bu şimdi benim için geldi.
3 seconds rule. Eğer target'la göz teması sağlarsan 3 saniye içinde hareket etmelisin. Spontane bir şekilde... ne söylediğinin o kadar önemi yok. Küfür etmemek lazım tabi...İlgilenmişse zaten konuşma devam eder. Etmezse ısrara gerek yok. 3 saniyen var. Yürü be aslanım. Ben bu 3 saniye kuralını kafamdan geçirirken, arada bir kaç dakika geçmiş olabilir. Ve yine ben kuvvetle muhtemel o süre zarfında, beton gibi kafayla mal gibi bayanı kesmiş olabilirim. Gittim yanına neyse. Hi dedim. Niye Türkçe konuşmadın sorusunun yanıtı birincisi pek Türk'e benzemiyordu. İkincisi sarhoşum. Üçüncüsü salağım. Dördüncüsü Türkse bile ingilizcemle etkilerim diye düşünüyorum.
Hi dedim, hi yanıtı geldi. Where are you from? I'm from Holland. Müzik, gürültü, alkolün de etkisiyle ben bu Where are you from sorumu dört kere tekrarlamak zorunda kaldım. Ona rağmen karşı taraftan üfffff manyağa bak, tandanslı bir tepki gelmeyince, sırayla hangi şehirdensin? Türkiye'ye geleli kaç gün oldu? Ne zaman dönüyorsun? Türkiye'yi sevdin mi? İlk gelişin mi? gibi her ecnebiye her Türk geyiğinin sorabileceği türden, conversation opener tadında sorular yöneltmeye başladım.
Sempatik bir insan olduğumdan mıdır, karşı tarafın anlayışlı olduğundan mıdır bilinmez karşılıklı güzel sohbet ediyoruz. Zaten Hollandalıların hastasıyım epeyden beri. Normalde hemen iltifata girişmem. Ama konuşmanın gidişatından aldığım cesaretle "you're so cute" u yapıştırmam gecikmedi. Benim çok şirinsin dememle, here comes my boyfriend cümlesini duymam arasında 1 saniye geçti, hemen tırsmış gözükmemek için hemen arkama dönmedim (omurilik soğanıma gelebilecek darbenin riskini alarak), I'm very sorry, I didn't mean to hurt you baby, all I wanna do is have some fun, have a nice and happy relationship gibi ipe sapa gelmez cümleler kurmağa başladım. Daha sonra arkama dönmemle zebellah gibi (allah sahibine bağışlasın allahın ayısı) erkek arkadaşını görmem bir oldu. Ben basamaktaydım, hatta ikinci üçüncü basamakta olabilirim. Erkek arkadaş (jean jacques annaud: ayı, bir sevgi filmi) merdivenin aşağısında olmasına rağmen bir şekilde kendisiyle yüzyüze geldik. Sinirlenmiş bir şekilde bana bakıyordu. Ulan zaten kimi sevsem el alır. Elin gavurundan da özür diledim. Bilmiyordum, erkek arkadaşı olduğunu filan, diye.
Ama allah var, herifçioğlu insan evladı çıktı. Ben dedim Hollandalıları severim, onlara yapılan yanlış bana yapılan yanlıştır. Alttan aldım. Hatta barış çubuğu tüttürelim diyecektim ama malum Hollandalıların barış çubuğu anlayışı bizimkinden biraz farklı. Ben en iyisi içki getireyim size ne içersiniz dedim. İyi niyetimin bir tezahürü olarak, sanki iki dakika önce manitasına asılan denyo ben değilmişim gibi. Eleman, bir bira bir tane de rom ve cola dedi. Barmene gittim, bir bira bir tane de cola söyledim. (Rom içeceğine ziftin pekini içsin eşşolueşşeko kadar da enayi değiliz herhalde.) Ses etmediler. Bunlarla biz ahbap olduk. Allahın ayısı dediğim eleman hem uzun boylu hem benden yakışıklı aslında. Kızla fazla göz teması kurmamaya gayret ettim. Ne olur ne olmaz, avrupalı hoşgörülü millet ama hoşgörünün de bir sınırı vardır. Olmalı. Alkolü bundan böyle ağzımla içmeliyim diye düşünüyorum.

25 Kas 2006

Burden of Blog

Bu bloga hergün yazı yazacağım şeklinde abuk bir iddiada bulunmuştum. Bulunduğumu hatırlıyorum. Bunun ne kadar mantıksız olduğunun yazarken de farkındaydım ama iyimserlikten mi saflıktan mı yoksa salaklıktan mı bilemediğim nedenlerden ötürü kendimi disipline edebileceğimi düşünmüştüm. Fakat olmadı. Yazamıyorum. Neden? Çünkü bazı günler internet erişimim olmuyor. Bazı günler internete erişesim gelmiyor. Bazı günler erişte yiyorum, klavyeye sıçratmamak için bulaşmıyorum bloga mloga. Bazı günler eniştem geliyor tavla oynuyoruz, rakı içiyoruz, sütlaç yiyoruz. Bunlar daha keyifli aktiviteler.

Dolayısıyla hergün yazı yazma yönündeki kararlılığımı bir gelincik çevikliğiyle hergün blog yazabilen insanlar sosyopatlardır, antisosyal insanlardır, ortama giremezler, insan içine çıkamazlar, böyle kös kös otururlar, mal değneği gibi, şeklinde bir önermeler silsilesine dönüştürüyorum. Mal değneği neyse artık.

23 Kas 2006

Tehlikeli İçki

Aman diyim dikkatli için yoksa yarra yering. (www.yarrayering.com)

20 Kas 2006

Hook by Blues Traveler

It doesn't matter what I say
So long as I sing with inflection
That makes you feel I'll convey
Some inner truth or vast reflection
But I've said nothing so far
And I can keep it up for as long as it takes
And it don't matter who you are
If I'm doing my job then it's your resolve that breaks
Because the hook brings you back
I ain't tellin' you no lie
The hook brings you back
On that you can rely

14 Kas 2006

Mon-Key


Aslında biz hepimiz birer maymunuz. Yıllar boyunca içki içtik maymun olduk, sırılsıklam aşık olduk yine maymun olduk, deplasmana gittik takımımız bir araba dolusu gol yedi maymun olduk, arkadaşımızın bebeğini sevicez diye türlü şebekliklere giriştik, neticede yine maymun olduk. Abi ben maymun oldum dedik. Maymunluk söylemi iyiden iyiye gelişti.

Söylediklerinize dikkat edin, düşünceleriniz olur. Ben maymunum, sen maymunsun derken. Acaba ben gerçekten maymun muyum mu? Diye düşünmeye başladık. Darwin’den de Allah razı olsun. O da destek verdi evrim teorisini attı ortaya. Gerçekten genlerimiz de örtüşüyor. Yoksa ben tüylerini dökmüş bir şempanze miyim? Diye düşünmeye başladık.

Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınız olur. Maymun muyum diye düşünürken kendimizi maymun gibi hissetmeye başladık. Aslında dedik, binlerce maymunun önüne versek daktiloyu, zaman sınırı olmaksızın klavye tuşlarına vursalar bu hayvanlar…Shakespeare’in tüm eserlerini hayata getirirler. Doğru valla. O zaman Shakespeare’in maymundan farkı ne? Shakespeare eğer maymunsa biz haydi haydi maymunuz. Maymunun önde gideni, bayrak taşıyanıyız. Böyle hissetmeye başladık. Maymun gibi duyumsamaya başladık. Yine de aksatmadan traş olmaya devam ettik.

Duygularınıza dikkat edin davranışlarınız olur. Çok geçmedi maymun gibi davranmaya başladık. Çevremizde olup bitenlere karşı üç maymunu oynadık. Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Buradan bir maymun geçti gördünüz mü? Görmedim. Buradan bir maymun geçmiş duydunuz mu? Duymadım. Buradan geçen maymunu biliyor musun? Bilmiyorum. Buradan geçen maymun sensin aslında, şebek!. Gökten üç maymun düşmüş. Birisinin kaval kemiği kırılmış, diğerinin köprücük kemiği çatlamış, diğeri de hani bana hani bana demiş. Onun da ağzını yamultmuşlar. Bu işler böyledir. Maalesef.

Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınız olur. Bu da çok doğru. Afrika’da bir atasözü vardır, alışmış maymun kudurmuş zebradan beterdir diye. Ama neye alışmış bu maymun Allah aşkına? Vicdanı ile merhameti arasına sıkışmış bir maymunu hayal edebilir misiniz? Ben çok uğraştım, ancak götü açık bir maymunu hayal edebiliyorum. Vicdan, merhamet bu kavramlar maymunlara çok yabancı kavramlar. Hiçbir maymunu yaşlı bir amcayı karşıdan karşıya geçirirken gördünüz mü? Göremezsiniz ki. Ormanda yaşasak belki denk gelir. Maymunu bizim nesil ancak hayvanat bahçesinde kafeste parmaklıklar arkasında gördü.

Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerleriniz olur. Bu cümle biraz anlamsız geliyor bana. Misal diyelim ki benim kumar alışkanlığım var. Bu alışkanlığıma da dikkat ediyorum. Fakat değerlerim olmuyor. Bilakis elimde avucumda olan değerlerimi de yitirmeye başlıyorum. Alışkanlıklara dikkat edince değerlerimiz olmayabiliyor yani. Tabii kast edilen bu değil. Olaya maymun ekseninde bakarsak, bugün maymunlar Afrika için bir değer oluşturmaya başlamıştır denilebilir. Afrikalılar uyanık bir millet, maymunların etinden, yününden, sütünden ve götünden faydalanmayı başarabilmişler. Aferin onlara ne mutlu işte. Keşke herkes Afrikalı olabilse.

Değerlerinize dikkat edin karakteriniz olur. Afrikalıların meşhur bir sözü vardır: Milyon tane Şekspiri bir araya getirin bakalım, bir tane maymun gibi yazı yazabiliyorlar mı? Bu fikir artık modern toplumlar için bir challenge’dır. Hakikaten de milyon tane şekspir bir araya gelmez gelse dahi yekünleri bir maymun etmez total olarak.

Karakterinize dikkat edin kaderiniz olur. Gerçekten de bu böyledir. Karakteriniz, kişiliğiniz mecburen kaderinizdir. Bunu aşamazsınız. Kendini gerçekleştirmek bu demektir. Bir Alman atasözü şöyle der: Maymun ne kadar yükselirse, götü de o kadar net bir şekilde tabak gibi gözükür. Şimdi aslında maymun yükseldikçe dötünün görünür hale gelmesi bir vakadır. Bir noktaya kadar kabul. Bu atasözünü kariyer merdiveninin bir yerinde takılmış Almanlar söylemiş olmalı. Bizim patron yükseldikçe kıçı gözüküyor, felaket. Alman atasözü böyle diyor da Almanların ataları da maymunlardan geliyor aslında. Bunun farkında değiller. Ayrıyeten bir de şu var. Bazı Amerikan maymunları bugün o kadar yükselmiştir ki bunların içerisinde aya giden, astronot olan, ayla dünya arasında mekik dokuyan (uzay mekiği) maymunlar vardır. Hiçbir Alman maymunu bugün aya adım atamamıştır. O nedenle uzaya çıkan astronot ve kozmonot maymunlar bugün Bavyera eyaletindeki köylülere götüyle gülmektedir. Sen burada atasözü yaza dur. Elin maymunu aya çıkmış. Yerçekimi olsa oradan tepene sıçacak farkında değilsin. Hem aydaki maymunun götünü görebilmek için de ultra gelişmiş asortik teleskopik aygıtlara ihtiyaç vardır. Yani.

Neticede, maymunluğumuz bizim kaderimizdir. Hepimiz birer maymunuz. Ve ben bunu kanıtlayabilirim. Bana inanmıyorsanız şimdi bir ağacın tepesine çıkın ve muz yiyin. Hoşunuza gitti mi? Gitmedi mi? Buradan da net olarak şu sonuca ulaşabiliriz ki siz bir maymunsunuz. Ben de bir maymunum. Fakat bilinçli bir maymunum. Stephen Hawking’in deyimiyle vasat bir güneş sisteminin küçük bir gezegeninde oturmuş bu satırları karalayan bilinçli bir maymunum.

Kıyamet


Kıyamet yakında kopacak mı? Hayır için Hayır yazıp 3068'e gönderin. Her işte bir hayır vardır, sonuçta. Hayır için Hayır Yazın. Aman diyim hayır için evet yazmayın. Eğer kıyametin yakında kopacağını düşünüyorsanız, mesaj gönderme ile filan hiç uğraşmayın, doğrudan tövbe edin, dua edin, sevap işleyin. Yakında kavramından kast edilen zaman mı mekan mı, o konu net değil. Çok mesaj gönderin şansınızı artırın. En çok mesaj gönderene çekilişle minyatür sur borusu armağan edilecektir.

Yerli Plaka

Eyvah ki ne eyvah...

Panda Dışkısından Kağıt Üretimi



(A.A) - Tayland'da bir hayvanat bahçesi, pandaların dışkısından kağıt yapılabileceğini keşfetti. Ülkenin panda projesi müdürü Prasertsak Buntrakoonpoontawee, bambularla beslenen pandaların, bambuların kağıt yapımında kullanılabilecek kısmını dışkıyla attıklarını anlattı. Prasertsak, hayvanat bahçesindeki iki pandanın günde 23 kilo ''kağıt hamuru'' dışkıladıklarını belirterek, ''Kağıt yapmak için her çeşit kağıt hamurunun kullanılabileceğini biliyoruz. Biz de, dut ağacından kağıt yapmaya ilişkin iki bin yıllık tekniği, panda dışkısındaki bambu kağıt hamuruna uyguladık''dedi. Prasertsak, panda dışkısından elde edilen kağıttan, üzerinde panda resimleri olan hediyelik eşya yapıldığını, hediyelikler ve kurutulmuş panda dışkısı satışlarından yılda 8200 dolar kazandıklarını söyledi.





Merak ettiklerim:


1-Panda projesi müdürü olmak için ne tür bir eğitim almak gerekiyor?


2-Panda projesi manda projesi, sonuçta koskoca bir projenin müdürüsün, yakışıyor mu sana panda boku eşelemek? Yazıklar olsun.


3-Ailecek mi manyaksınız böyle soyadı mı olur? Buntrakoonpoontawe...


4-Hediyelik eşyaları anladım da kurutulmuş panda dışkısını bir insan neden alır, niye alır?


5-Yılda 8.200 doları iki pandadan mı kazanıyorsunuz? Masrafını çıkarıyor mu hayvan? (100.000 dolara bir panda alsak, senede 4.100 dolarlık sıçsa bu hayvan 25 senede kendini amorti ediyor, ortalama panda ömrü 20-30 yıl desen...Kurtarmıyor sanki. Veya çok yedirmek lazım, paso dayıycan bunlara bambuyu...yani o anlamda değil. Gıda manasında.)



Bir de ufak önerim olacak, sayın proje müdürüm, madem panda dışkısından hamur elde etmeye yönelik bir teknolojiniz var. Bu teknolojiyi bir adım daha ileri götürün. Panda dışkısından hamur açın baklava üretin, yufka açın, börek yapın. Siz bu noktaya gelin, fıstıkları Antep'ten göndermeyen şerefsizdir. Saygılarımla arz ederim.

This is CNN.

13 Kas 2006

NASIL FUTBOL YORUMCUSU OLUNUR (1)

Öncelikle ne tür bir futbol yorumcusu olmak istediğimize karar vermemiz lazım. Alaylı tip mi olacağız, mektepli tip mi? Yoksa işimize geldiğinde biri, işimize gelmediğinde diğeri mi? Alaylı tipte yorumcu olacaksak öncelikle kayda değer bir futbol geçmişinizin olması gerekiyor. Küçükken tek futbol topu sizin olduğu için mahalle maçlarında kaleye geçmiş olmanız futbol geçmişinden sayılmaz. Bu işte isim yapmanız lazım. Örneğin Şeytan Rıdvan, Sıçan Cruyff, Berlin Panteri, Karpatların Maradonası, Seville Berberi gibi bir takım lakaplarla anılıyor olmanız gençler arasında olduğu kadar yaşlılar arasında da sizi popüler yapacaktır. Alaylı yorumcu olacak kişilerin ayrıca bir takımın şiddetli fanatiği olması da reytingi artıran bir unsur. Yorum dünyasına atılmadan önce teknik direktörlüğü de deneyebilirsiniz ama bu oldukça yıpratıcı bir süreç.

1) Yorum yapmak isteyen kişinin mutlaka sözünü kesmelisiniz. Söyleyeceğinin ne olduğu önemli değil. Hiç bir zaman da önemli olmadı. Sizin söyleyeceğiniz çok önemli.
2) Kimsenin bilmediği belki cevabının olduğu dahi müphem sorular yöneltmelisiniz. Peki 65. dakikada Hasan Kabze o şutu kaçırmasaydı, maçın sonucu böyle mi olurdu?gibi...
3) Sorduğunuz anlamsız soru karşısında afallayanları yine kendi vereceğiniz cevapla iyice abandone etmelisiniz.(abondanzieri).. Ben size söyleyeyim, hiç de öyle olmazdı Galatasaray maçı farklı kazanırdı.
4) Bir konuda bir iddia atarken sahip olduğunuz mesleki özelliklerden yararlanarak argümanınızı kuvvetlendirmelisiniz. Misal, bir penaltı pozisyonunda futbolcu aşil tendonuna bir darbe alarak yere mi yığıldı. Ben yıllarca doktorluk yaptım, aşil tandonuna darbe gelen futbolcu kesinlikle o şekilde yere düşmez, mümkün değil...gibi. Kadın doğum uzmanı olsanız dahi bu tarz ifadeler kullanabilirsiniz ve kredibilitenizi artırabilirsiniz. Veya ben yıllardır sebze halinde kabzımallık yaptım hıyardan iyi anlarım, açık ve net söylüyorum Hasan Şaş futbolcu değil gibi.
5) Bir şeyler bildiğinizi üstü kapalı olarak söyleyin ve gerekli açıklamalar yapılmazsa konuşacağınız tehdidini savurun. Özellikle açıklamaları programın sonuna bırakın ki, millet gerilim filmi izler gibi heyecanla sizi beklesin, izlenme oranı artsın programın.
6) Şimdi iki ihtimal var diye başlayan cümleler kurun. İhtimallerin neler olduğunu kendiniz belirleyin böylece karşı tarafa kendini savunma imkanı tanımış olmazsınız. Şimdi iki ihtimal var, ya siz gerizekalısınız ya da angutsunuz...Bakın angutsunuz demiyorum ya angutsunuz ya gerizekalısınız...Hatta son anda bir ihtimali daha açık kapı olarak bırakın, karşı taraf denize düşmüşken yılana sarılsın...ya da siz beni dinlemiyorsunuz...I-ıı, evet sizi dinlemiyordum, sayı Ahmet Çakar (Ne yapsın adam)
7) Parmak hareketlerine, el hareketlerine ve mimiklere çok önem verin. Bir saniyeeee, burada iki önemli nokta var, altını çizmemiz gereken... diye başlayan cümleler kurun, bu arada parmaklarınızı karşınızdakinin gözüne sokarcasına iki işareti yapın. Durun, bir kaç saniye geçsin. Herkes o iki önemli noktayı açıklayacağınız o sihirli anı beklesin. Tatlı bir gerilim yaratın. Ardından, saçmalayın. Kimse size "ulan bunun neresi önemli, nerede o iki önemli nokta" demeyecektir.
8) Mümkün olan her yerde üzülün. Mesela, birisi sizinle ilgili "o dangalak futboldan anlamaz, topu görse bomba sanır" dediğinde. Arkadaşımın yaptığı yoruma onun adına üzüldüm. Bu sözleri onun gibi değerli bir futbol adamına hiç yakıştıramadım. Üzüntüm büyük bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum...diyerek buğulu gözlerle ekrana bakın. Herkes sizin ne kadar alçak gönüllü, diğer şahsın ise ne kadar şerefsiz bir insan olduğunu düşünecektir.
9) Teknik direktöre giydirmek istediğinizde, böyle bir kadro nasıl böyle oynatılır? Taktik yanlış vs. deyin. Oyunculara giydirmek istediğinizde, "teknik direktör ne yaparsa yapsın, futbol maçı sahada kazanılır. Futbolcu sahaya çıkacak, oynayacak arkadaş." türevinde cümleler sarf edin. Ekranlarda bu programları izleyenler mal olduğundan her söylediklerinize hak vereceklerdir.
10) Teknik direktörün geçmişte kaydadeğer bir başarısı yoksa, Fenerbahçe gibi bir takımın başına kariyeri olmayan, hiçbir başarı elde edememiş bir teknik direktör getirilir mi? diyebilirsiniz. Eğer geçmişi başarılarla dolu bir teknik direktörse ve fakat siz yine elemana tilt olduysanız, tabii Toshack başarılara doydu (başarılara doymak) o yüzden takımı böyle istikrarsız kuruyor, pezemenk" mealinde cümleler kurabilirsiniz.
11) Teknik direktör arka arkaya mağlubiyetler "kazanıyor", fakat sizin kendisine olan inancınızda kendisine karşı en ufak bir eksilme yoksa. Şimdi, daha ligin başı, Zico'ya şans vermek lazım. Takım birbirine alışma sürecinde. Önemli maçlar az kayıpla atlatıldı, bundan sonra Zico'nun önü açık filan diyebilirsiniz.
12) Teknik direktör arka arkaya galibiyetler "kazanıyor" ama yine de size yaranamadı mı? O zaman, tamam belki Lucescu maç kazanıyor ama takım kötü oynuyor, bu futbolla Avrupa'da kepaze oluruz, Lucescu'nun bir an önce gönderilmesi lazım...Veya tamam Galatasaray maçı 4-0 kazanmış olabilir, ancak iyi bir teknik direktör olsaydı bu kadro en az 8, en çok 14 gol atabilirdi. O yüzden teknik direktör tercihini tekrar gözden geçirmek lazım.
13) Maç kaybedildiğinde, tercihinize göre eleştiri oklarını istediğiniz kişiye yönlendirebilirsiniz. Gerçekten abartmıyorum, kadroda bulunan teknik direktöründen, antrenörüne, kaleciden defans oyuncusuna, golcüden, hakeme, seyirciye, karşı takım taraftarına kadar herkes eleştirilerinizden nasibini alabilir. Üstelik sadece birini de değil, hepsini suçlayabilirsiniz.
14) Örneğin amacınız teknik direktörü suçlamaksa, "gerçekten anlamıyorum, böyle bir kadroyu Gerets sahaya nasıl sürebilir? (Yedekte olan kişilerden biri veya bir kaçının ismi) gibi bir futbolcu nasıl ilk onbirde sahaya çıkmaz. (Oyuna sonradan giren futbolcu) gibi birini sahaya almak için bu kadar beklenilir mi?/birinin sakatlanıp oyundan çıkması mı gerekiyor? Takım sahaya nispeten genç bir onbirle çıkmışsa: "böylesine önemli bir maçta tecrübeli oyuncuların sahada olması lazım", nispeten yaşlı bir onbirle çıkmışsa"artık miadını doldurmuş bir kadroyla futbol ancak bu kadar olur, sahaya ben çıksam daha iyi, gençlere ne zaman şans tanımayı düşünüyor acaba, bakın (hasbelkader o gün sahada olup kötü oynamayan genç futbolcu)'ya sahada harikalar yarattı (sanki Babil'in asma bahçesini yaptı sahada eşşolueşşek)."
15) Antrenörü suçlamak istiyorsanız, "hafta içinde idmanlarını seyrettim bu takımın, bilmemkim takımı hiç çalıştıramıyor, futbolcular antrenmanda terlemediler bile. Birisinin bile terlediğini görmedim. Futbol artık üst düzeyde fizik kondisyon gerektiren bir spor. O yüzden sahada koşmanız lazım, koşmanız için de antrenman yapmanız lazım, yoksa sahada nefesiniz kesilir." gibi herkesin kurabileceği beylik cümleler kullanın.
16) Derdiniz defansla veya herhangi bir savunmacıyla ise; Defansın/Ümit Özat'ın bu tip basit hatalar yapmaması lazım. Maç boyunca izledim Ümit'i (takmış kafaya) sürekli adam kaçırdı, sürekli pozisyon hatası yaptı. Fenerbahçe'de kaptanlık yapacak oyuncunun bu tip basit adamları kaçırmaması lazım. Bir de maç boyunca izledim Ümit'i çok tipsiz biri. Fenerbahçe kaptanının bu tipte olmaması lazım.
17) Derdiniz hücumla ise yine aynı mantık. Tuncay Şanlı gibi bir futbolcunun bu tip pozisyonları kaçırmaması lazım. Hakan Şükür gibi bir futbol virtüözünün bu tip topları (Adidas Team Geist tipi toplar kastediliyor), bu tip golleri, bu tip asistleri, bu tip pasları, bu tip muz ortaları değerlendirmesi lazım. Bobo'nun orada gelişine vurması lazım artık, Kezman'ın o topu sektirmemesi lazım (Kezman abi, gel buyur burada güzel bir top var bunu sektir). Bu pozisyonları Avrupalı kaçırmıyor, biz kaçırıyoruz fark işte burada. (Evet, Avrupalı hiç pozisyon kaçırmıyor Avrupa'da maçlar 18-14 filan bitiyor zaten)
18) Baktınız ortam geriliyor, hararetleniyor. Maç içerisinde bir ayrıntı, bir sevgi yumiciği durum bulun. Bakın 17. dakikada Beşiktaş taraftarı alex'in centilmence topu rakibine vermesini alkışladı. Bunlar güzel şeyler, Hıncal Abi. Futbolun güzelliği burada.
19) Reyting almak istiyorsanız, iddialı konuşun. İspanya Fransa'ya en az dört atar deyin. Maç bittikten sonra Fransa'nın ispanya'ya beş atmış olması hiç önemli değil. Böyle bir durumda Fransa maçı kazanır diyen yorumcuyu tebrik edin. Maçın analizini iyi yapmış değerli arkadaşım, kendisini buradan (nereden?) tebrik ediyorum deyin. İspanya'nın gerekli yeter şartlar sağlansaydı maçı yine kazanması gerektiğinden fakat defansın yaptığı basit hatalar yüzünden elendiğinden dem vurun...

to be continued...