30 Nis 2007

R.I.P: Jim Morrison


Bu da Jim Morrison'un Mezarı. Etrafını çevirmişler yanına yaklaştırmıyorlardı. Mezarlığın üstünde yer alan saksıda Jim Morrison'un lakabı olan "Lizard King" yazıyor. Paris'te gidip görülecek enteresan yerlerden biri bu mezarlık. Mezarlığa yakın büfelerde Jim Morrison kartpostalları, mezarlık haritası, Jim Morrison posterleri. İnsanın aklına şu sözler geliyor istemeden de olsa;

this is the end, beautiful friend
this is the end, my only friend, the end
of our elaborate plans, the end
of everything that stands, the end
no safety or surprise, the end
I'll never look into your eyes...again

R.I.P: Yılmaz Güney


Yine Paris'te bir cimetiere, yani mezarlık. Jim morrison'un mezarını ziyaret edelim derken karşımıza Yılmaz Güney'in mezarı çıktı. En çok çiçeğin yer aldığı mezarlıktı diyebilirim. Ruhu şad olsun.

Champs-Elysees


Eylül ayında paris'te champs-elysees bulvarı üzerinde çektiğim bir resim. Aynı hizada iki sarı lamborghini bir kırmızı ferrari park etmiş. Çekmesem olmazdı.

23 Nis 2007

8 Rules For Writing a Short Story

1. Use the time of a total stranger in such a way that he or she will not feel the time was wasted.
2. Give the reader at least one character he or she can root for.
3. Every character should want something, even if it is only a glass of water.
4. Every sentence must do one of two things — reveal character or advance the action.
5. Start as close to the end as possible.
6. Be a sadist. No matter how sweet and innocent your leading characters, make awful things happen to them — in order that the reader may see what they are made of.
7. Write to please just one person. If you open a window and make love to the world, so to speak, your story will get pneumonia.
8. Give your readers as much information as possible as soon as possible. To heck with suspense. Readers should have such complete understanding of what is going on, where and why, that they could finish the story themselves, should cockroaches eat the last few pages.

Kurt Vonnegut...

R.I.P: Kurt Vonnegut, 11 Nisan 2007


Geçen senenin 26 Ağustosunda çekmişim bu fotoğrafı. Kurt Vonnegut'un bir kitabından bir sayfa.
Eğer melekler Mafia gibi organize olabilselerdi iyilik de kötülüğe karşı zafer kazanabilirdi. :) Çok mantıklı.
Nur içinde yatsın Kurt Vonnegut, Jr.

Gençleri Zehirleyen İllet: Alkol


İstanbul'da tarlabaşı civarlarında bir teras katında bir kulüp, Haliç'in ışıkları fotoğrafın fonunu aydınlatıyor. Üç tane Belçikalı kız, isimleri hatırımdan çıkmış. Söylediler de mi aklımdan çıktı yoksa hiç mi duymadım o bile hatırımdan çıkmış. Soldakine aşık olmuştum diye anımsıyorum, sağdakine de olurdum ama boyuna erişmem için yeni bir büyüme hormonu filan icat edilmiş olması veya apartman topuklu ayakkabı, veyahut palyaçoların taktığı cinsten uzun tahta bacaklar giymem gerekirdi ki apartman topuklu ayakkabıyı hiç sevmem. Sevmediğim bir başka şey ise kapıcılara apartman görevlisi denilmesidir. Ayrıca, kendimizi zaten yeterince soytarı etmişken palyaçoluğa da lüzüm yok. Her neyse, bu genç kızları bana poz vermeye iten veya birbirlerini veya sırayla beni öpmelerine iten şey neydi (şikayetçi olduğumdan değil merakımdan soruyorum)? Diye soracak olursak cevap alkoldür. Biradır, mojitodur, redbull vodkadır, bacardi'dir, rakıdır veya kımızdır. Ama sonuçta alkoldür. Alkol beynimizin prefrontal cortex adı verilen bölümünü etkiler. Prefrontal cortex, beyinde şu işlevleri yerine getirir: utanma, problem çözme, cinsel istekler, planlama, zaman algısı, iç düzenleme, kendi kendini denetleme, kendi kendini sözel olarak düzenleme, hafıza, motor hareketlerin kontrolü, duyguların düzenli tutulması, motivasyon ve muhakeme yeteneği. Alkol alan birisinin sosyal açıdan uygunsuz davranışlar sergilemesi, 16'nın karekökünün kaç olduğunu hesaplayamaması, tanımadığı insanlarla öpüşmesi, yaptığı davranışların sonucunu kestirememesi, zamanın ve paranın değerini hesaplayamaması, yüksek sesle konuşması, sürekli başkalarının yönlendirmesine ihtiyaç duyması, karar alırken artıları ve eksileri değerlendirememesinin sebebi alkoldür. Bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü sorusunun cevabı da bu minvalde alkoldür. Belçikalı kızların ismini ve email adreslerini hatırlamıyor olmamın nedeni de alkoldür. Allah belasını versin alkolün.

16 Nis 2007

Bir Tatlı: Antepnut




Tatlının orjinal ismi antepnut yani antep manyağı. Ancak, bir manyağın cesaret edebileceği bir tatlı olduğu için ismi böyle. Tarifi aslında oldukça basit. Bir kaç avuç kavrulmuş antep fıstığı ve bir kavanoz nutella kavanozuna ihtiyacımız var. Bir de bunları karıştırmak için kaşık. Kavrulmuş antep fıstıklarını nutella kavanozuna atıp, antep fıstıkları çikolata kreması ile kaplanana kadar karıştırıyoruz. Oda sıcaklığında yemeye başlıyoruz. Eğer misafirleriniz varsa misafir sayısı kadar kavanoz nutella ve misafir avuç sayısı kadar avuç dolusu fıstıkla davetlerinizi adeta bir şölene dönüştürebilirsiniz. Afiyet olsun.
(bu tariflerim eğer prim yaparsa, blogumu bir yemek bloguna kendimi de Emine S. Beder formatına dönüştürebilirim. )

9 Nis 2007

Insect Trapped In Amber


Kehribar bir çeşit fossilleşmiş ağaç reçinesi olarak adlandırılabilir. Kehribar'ın içinde bir sürü şey bulabiliriz. Su kabarcıkları, hava kabarcıkları, böcekler, örümcekler, çiçekler, yapraklar, nesli tükenmiş bitkilerin kalıntıları, örümcek ağı, bir kertenkele, belki de dinazor dna'sı taşıyan bir sivrisinek.
Dünyadaki ömrü birkaç günle sınırlı olan bir kelebeğin güzelliğinin bir kehribarın içerisinde ölümsüzleşmesi ironik bir durum. Hayvanın kendisi bir hafta yaşamıyor ama silueti 30 milyon yıl yaşayabiliyor.
Kehribarların bir bölümü Kretase döneminden kalma, kretase veya tebeşir dönemi olarak adlandırılan dönem günümüzden 142 milyon yıl önce başlayıp 65 milyon yıl önce sona eren bir dönem. Tebeşir dönemi denmesinin sebebi ise, bu döneme ait kayaçlarda bol miktarda tebeşir bulunması. Tebeşir, deniz planktonlarının yaşam döngülerinin sonunda deniz tabanına çökmesi sonucunda oluşuyor. Kretase döneminde dünyamızda ılıman bir iklim hakim. Mevsim farklılıklarının belirgin olmaması, karalarda yağışların fazla olmasıyla denizlere taşınan minerallerin bolluğu, sığ denizlerin yaygınlığı, denizlerde özellikle planktonik yaşamın büyük ölçüde yaygınlaşmasına yol açıyor. Planktonlarla beslenen deniz canlıları açısından son derece uygun olan bu ortamda, sığ ve ılıman denizlerde resifler hızla yayılıyor. Resifler yaygınlaşınca da bir çok canlı türünün gelişmesi için ortam oluşuyor. Bugün midye tava, ahtapot salatası, yengeç bacağı, istakoz kıçı filan yiyebiliyorsak bunu işte kretase çağına borçluyuz.

Günümüzdeki floranın yüzde doksan, doksan beşinin çiçekli bitkilerden oluşmasına kadar gelişen açılım, Kretase’de ortaya çıkmış.
Hepsinden ilginci kretase döneminin dinazorların altın çağı olması. İnsanoğlunun ortaya çıkışı da dinozorların yok olmasının ardından gerçekleşiyor. Kretase döneminde bugünkü uçabilen en büyük canlının (andean akbabası) 4 katı büyüklükte uçan dinazorlar (quetzalcotalus) var. Peki bu nasıl mümkün olabiliyor? Fiziksel olarak bu hayvanların kalkış yapabilmesi mümkün değil. Zira fizikte ve biyomekanikte geçerli olan square-cube kuralına göre, bir kuşun boyutlarını ikiye çıkardığınızda kanat alanı ve bununla ilintili kaldırma gücü 2 üzeri 2 yani 4 kadar artarken, havaya kaldırılması gereken vücut ağırlığı 2'nin kübü yani 8 misli artıyor. Hayvanın bu miktarda bir kütleyi havaya kaldırabilmesi için ya bugünkü kuşlar gibi bir kemik yapısına ve aerodinamik açısından son derece elverişli yapıya sahip tüylere sahip olması lazım veyahut kalkış anında aynen bir uçak gibi son derece hızlı olması. Ancak, pterosaur denilen bu uçan dinazorların bugünkü kuşların aerodinamik dizaynları olmadığı gibi tüyleri veya kas yapıları da o denli büyük gövdeleri kaldırmak için elverişli değil.
Peki nasıl oluyor da bu kadar büyük canlılar uçabiliyorlar? Bu gizemin bir parçası Kretase döneminin atmosferinin incelenmesi sonucunda ortaya çıkarılmış. Günümüzde dünyanın atmosferi %77 oranında nitrojen, %21 oksijen, %1 su buharı, %0.9 argon gazı, %0.03 karbon dioksit ve yaklaşık bir düzine farklı gaz bileşiminden oluşuyor. Bugünkü dünyanın havasının stabil hale gelmesi bir kaç milyon yıl önce ilk bitkilerin fotosentezi neticesinde karbon dioksitin oksijene ve ilk bakterilerin hidrojen nitriti nitrojen ve suya çevirmeleri sonucunda oluşuyor.
Bu kehribarlar içerisinde hapsolan 80 milyon yıllık hava kabarcıkları inceleniyor. Havanın içindeki gazlar analiz edildiğinde, oldukça çarpıcı bir sonuca ulaşılıyor ve dünyamızın 80 milyon yıl önceki atmosferinin bugünkü havadan %50 daha fazla oksijen içerdiği anlaşılıyor. Havanın %25 ila %35 oranında oksijen içerdiği ortaya çıkıyor. Böylece bu hayvanların metabolizmaları turbo yüklenmiş gibi çalışabiliyor.
Diğer bir deyişle biri bir zaman makinası icat etse ve kalksak bundan 80 milyon yıl öncesine gitsek,
1) Dinozor görürüz bir kere, orası kesin.
2) Hızlı koşarız şimdikinden.
3) Deniz ürünlerinin dibine vururuz.
4) Fakat ızgara ahtapot yapamayız veya yemekten sonra sigara filan içmemek gerekir. Havadaki oksijen miktarı feci düzeyde kibrit çaksak veya yellensek havaya uçarız.
5) Haşlama ahtapot da yenmez şimdi, sert olur.

5 Nis 2007

Şeytan Rıdvan ve Halo Effect


"The halo effect refers to a cognitive bias whereby the perception of a particular trait is influenced by the perception of the former traits in a sequence of interpretations.


İzlenim oluşturma alanında (ve iletişim araştırmalarında) sıklıkla değinilen hale etkisi (halo effect) bireyin karşısındaki kişi hakkında olumlu veya olumsuz bir görüşe varmak isterken onun kişiliğinin sadece belirli bir çizgisini dikkate alma ve onun genel tutum ve davranışlarını salt bu kanısına göre değerlendirme eğilimidir.)"


Hale etkisi bize şunu söylemektedir. İnsanları tanıdığımızda o insanların özelliklerinin bizde yaratmış olduğu ilk etki, bu kişinin daha sonraki özellikleri hakkındaki düşüncelerimizi etkiler. Mesela Hülya Avşar'ı güzel buluyorsak, onun sadece güzel olmakla kalmayıp aynı zamanda her konuda bilgi sahibi, akıllı bir kadın olduğunu, çok iyi bir anne olduğunu, televizyona çıkıp sosyal ve siyasi olayları yorumlayabileceğini düşünürüz. Veya Şebnem Schaffer'ı siyasi partiye sokarız. Çekici insanların vasat görünüşlü insanlara nazaran diğer konularda da daha yetenekli olduğuna inanırız. Tansu Çiller örneğinde olduğu gibi. (Çiller'in çekici olup olmadığını tartışmayacağım.) Sizce Cem Boyner mi daha zeki yoksa İlhan Kesici mi? Eğer doğrudan Cem Boyner diyorsanız Hale etkisine maruz kalmışsınız demektir. Beyazıt Öztürk'ün şarkı söylemeye kalkması, Cem Özer'in oyunculuk ve şiir denemeleri, Mahfi Eğilmez'in sporla ilgili yazılar yazması vs..Kişiler arası etkileşimlerde sıklıkla rastlanan bu olgu, diğer insanlara ilişkin değerlendirme ve yargılarımızda önemli bir hata kaynağıdır. Bu hata yapma eğilimimizin farkında olan reklamcılar bir ürünün reklamını yapmak için sürekli olarak çekici insanları kullanırlar. Halbuki bu ürünleri kullanmakta olduğunu söyleyen ünlülerin aslında çoğu zaman değerlendirme yaptıkları ürün hakkında en ufak bir uzmanlıkları bulunmamaktadır.

İnsan beyni genellikle herşeyi basitleştirmeden yanadır. Bir şeye bakarız ve ya tümüyle iyi ya tümüyle kötü olarak görürüz. Thorndike ve Asch gibi psikologlar tarafından deneyler iyi niteliklerle kötü nitelikler arasında yüksek oranda çapraz korelasyon olduğunu göstermektedir. Hale etkisi işe alımlarda da kendini gösterir. Bir kişiyi mülakatla işe alırken, mülakat esnasında adayın tek bir özelliğinden etkilenip (örneğin sarışın ve koca göğüslü olması), diğer zayıf taraflarını (bilgisayar kullanmayı bilmemesi gibi) görmezden gelebilirsiniz.

Bütün bunların Rıdvan Dilmen'le ne alakası var? Şu alakası var. Rıdvan Dilmen "Başbakan'ı Köşke Çıkmaya Hazır Gördüm" başlıklı bugünkü köşe yazısında; "Ben futbol adamıyım, ama bunca yıllık tecrübem nedeniyle insan analizleri konusunda pek zorlanmıyorum. Ben Başbakan'ımızı Köşk'e çıkmaya hazır gördüm. Zaten, verdiği bilgilerin arasına sıkıştırdığı, kamuoyu araştırmalarının kendisinin cumhurbaşkanı olması konusunda olumlu sonuçlar çıkardığı notu, niyetini ortaya koyuyordu...Sanırım yeni cumhurbaşkanımız artık belli"diye yazmış.
Sevgili Rıdvan, biyografini inceledim. 15 Ağustos 1962'de Aydın'ın Nazilli ilçesinde dünyaya gelmişsin. 12 yaşına kadar gazoz ve şekerine mahalle maçları yapmışsın. 12 yaşında anneni kaybetmişsin, ailenin geçimine katkıda bulunmak için Denizlisporda futbol oynamışsın. 13-14 yaşlarında Nazilli Sümerspor'da sonra Muğlasporda top oynamışsın. Muğlasporu amatör ligden ikinci lige çıkarmışsın. 19 yaşında Boluspora transfer olmuşsun. İki yıl Boluspor'da oynadıktan sonra Sarıyer'e transfer olmuşsun. 1987-1988 sezonu Fenerbahçe'de oynamaya başlamışsın. 1988-1989 Fenerbahçe'nin 103 gol atarak şampiyon olduğu sezonda 19 gol atıp 38 gol attırmışsın. 1989-1990 Trabzonspor'un kasabı Yesiç'in tekmesiyle sakatlanmışsın. 1991'de Galatasaray maçında sol omzunu kırmışsın. 1994'de Fenerbahçe'den ayrılmışsın. 1996 yılında jübile yapmışsın...Vanspor, Konya, Altay, Karşıyaka ve Adana'yı çalıştırmışsın. 1999'da Fenerbahçe'de 5 hafta teknik direktörlük yapmışsın. Daha sonra çeşitli yayın ve basın organlarında futbol yorumculuğu yapmışsın. Gol olur demişsin gol olmuş filan.
Peki Sevgili Rıdvan, sen hangi arada derede insan analizi uzmanı oldun, siyaset uzmanı kesildin başımıza da Başbakan'ı köşke hazır gördün? Henüz gol olmadan gol oldu dedin. Eşşeğin bi tarafına suyu kaçırdın. Ha sevgili kardeşim? Sevgili rıdvan mevgili rıdvan deyip bağrımıza bastıkça tepemize sıçar hale geldin? Neyin yorumudur bu? Özel uçağında Halep'e gittin diye bir insana yalakalık yapmak zorunda mı hissediyorsun kendini? Yazının sonunu da iyi ki futbol dünyasındayım, politika hiç bana göre değil diye bitirmişsin. Yazıda tek kelime futbol yok. Gerçekten iyi ki de futbol dünyasındasın. İyi ki de politikacı değilsin. Ben de bunca yıllık tecrübem nedeniyle insan analizleri konusunda pek zorlanmayan biri olarak, böyle yalakalık görmediğimi belirtmek isterim. Hale etkisine kapılıp Rıdvan'ın dediklerini dinlemeyin Cumhuriyet'in özünü anlamayan, Atatürk ilkelerini bilmeyen tanımayan adamdan cumhurbaşkanı olmaz.

4 Nis 2007

Clouded Leopard



WWF sponsorluğunda yapılan bir araştırma sonucunda tespit edilen yeni bir tür. Bulutlu leopar. Harapan yağmur ormanında yaşıyor. Endonezyalı dingiller konut projelerini yapmak için yağmur ormanlarını yakarlarsa bu hayvanın da nesli tükenecek. Şahsen hiç tanıdığım endonezyalı olmamasına rağmen tiksindim heriflerden.

Pavement Picasso


Julian Beever isimli rahatsız bir adam var, kaldırımlara tebeşirle resim yapıyor üç boyutlu. Adı kaldırım pikassosuna çıkmış. Tabiri caizse perspektif konseptinin mına koymuş bir sanatçı. Bir resmi bitirmesi 3 gününü alıyor. Yağmur yağarsa yaptığı tüm çizimler haybeye gidiyor. Çok neşeli işleri var, bu da onlardan biri. Nasıl yaptığına gelince, tripod bir kamera alıyor yerleştiriyor, çizime başlıyor, sonra yine kameranın ekranından bakıyor gidiyor resmi çiziyor dönüyor tekrar bakıyor şu perspektifi yakalayıncaya kadar uğraşıyor işte. Çok basit aslında mantığı ama yine de aferin
isimli resmi sitesinde diğer resimleri de var.

Nuts (Yersen)


No, thank you...Plantmotherfuckers...

G-O-A-N


2 Nis 2007

Rasgele Sözler

Senin gülün için harcadığın zaman var ya, işte gülünü bu kadar önemli yapan şey odur. Saint Exupery/Küçük Prens


Bir şeyi, elde edebileceğin yerde ara. İnci arıyorsan, denizin derinliklerinde ara, yoksa sığ kıyılarda köpükten başka bir şey bulamazsın. Mevlâna

Dük Ting, "memleketi mutluluğa kavuşturacak tek bir cümlenin var olup olmadığını" sordu. Konfüçyüs, "böyle bir etki, tek bir cümleden beklenemez." cevabını verdi. Konfüçyüs/Konuşmalar

Dünya hayatı bir rüya gibidir senin için. Yolculuğu sen yaparsın, nereye gittiğini kader çizer. Goethe

Her şeyi görmemeyi bilmeliyiz. Blondeau

Hayat bir bisiklette gitmek gibidir, pedalı çevirmeye devam ettiğiniz müddetçe düşmezsiniz. Claude Pepper

300 Spartalı (yersen)


"Those who control the present control the past and those who control the past control the future."

George Orwell (1984)

300 filmine gittim de geçenlerde bu söz geldi aklıma. Filmi beğendin mi diye sorarsanız kimin sorduğuna göre değişir. Eğer benimle tarih, siyaset, mantık, sanat, kültür feşmekan konusunda tartışmaya girme potansiyeli olan biri sorsa bu soruyu. Kendisine derim ki ben böyle sittiriboktan bi film görmedim arkadaş. Ama misal yüzüklerin efendisi izliyormuş gibi, sin city izliyormuş gibi, aksiyon filmlerinin, savaş filmlerinin hastası bir "nerd"le konuşacak olsam. Abi gördün mü nasıl aksiyon yaratmış herifler, savaş sahnesi olayını bitirmişler. O yağan yağmur gibi oklar neydi, oracle hatunun vücudunu gördün mü üff filan.

Şimdi, bu amerikalıların hayatlarındaki siyasi ve sosyal mevzuları böyle film ortamına taşıyıp orada da kültürel propaganda malzemesi yapmalarını, insanı ahmak yerine koymaya çalışmalarını görmek gerçekten insanın gücüne gidiyor. Misal, vietnam savaşını aklayacaksın çeviriyorsun bir tane ilk kan, milletin post vietnam sendromu tedavi olsun maksat. Diyelim ruslarla bir sıkıntın var, rambo bu kez kamboçya'ya gidiyor kesmiyor afganistan'a gidiyor. Nerede siyasi meselen varsa Sylvester soluğu orada alıyor.

Ruslarla sıkıntın mı var? Rocky, Ivan Drago'nun ağzını kırıyor. Bitti sana Kızıl Devrim. Nazilerle ilgili sorunun mu var, Schindler'in Listesi, Er Ryan'ı kurtaralım, you name it. Hollywood'un tarihçesine bir dönüp bakıyoruz, bir dönem Nazi Almanyası'na cephe açmışlar, 1000 tane film Casablanca'sından tut, Hollywood'un harika bebesi Spielberg'in filmlerine kadar, Great Dictator bilmemne. 1940'lı 1950'li yıllarda Hollywood'un meselesi Almanlarlaydı. 1960 ve 1970'li yıllarda bu kez Asyalılar. 1970 ve 1980'li yıllarda Sovyetler, 1990'lı yıllarda bu kez Ortadoğulular. Bugünlerde ABD, İran'a savaş açmanın hazırlığını yapıyor. Spartalılar Perslilere savaş açıyor. Aman ne tesadüf. İran'ın bu eksende söz konusu filmi İran'a ağır hakaret olarak değerlendirmesi hiç yanlış değil. Bizim Osmanlı tarihi hakkında böyle bir film çevrilse direk savaş sebebi sayılırdı.

Biraz empatik olmaya çalışıyorum. İranlıları destekleyebileceğim aklımın ucundan dahi geçmezdi bu konuda. Ama İranlıların veya Perslilerin binlerce yılı aşan bir tarihi var. 8000 yıllık medeniyetleri var. Şimdi kıçı kırık Amerikalılar geliyor ve sizin tüm tarihinizi kültürünüzü aşağılıyor. Buna ne buyrulur? Tarih Amerikan teenagerlarının kafasında yeniden yazılıyor.

Çünkü öyle bir kültür var ki Amerikalılarda öyle bir bilgi birikimi var ki, (bkz. http://www.youtube.com/watch?v=fJuNgBkloFE) Kofi Annan'ı kahve markası zannediyorlar, üçgenin kaç kenarı var sorusunu birisi dört kenar var diye, diğeri aha trick question aslında hiç yok diye cevaplıyor, El Kaide'nin lideri Yasser Arafat'tır ve bunu herkes bilir diyorlar. Neyse, sonuçta bu adamlara çizgi romandan yola çıkarak film çekersen neye inanırlar. Tabii ki filmde anlatılanlara. Çünkü kimsenin okumaya, araştırmaya, ikinci bir kaynaktan iddiaları teyit etmeye, arşivleri incelemeye vakti yok. Persler=İran kötü, Yunanlılar=Batı Medeniyeti=Amerika=İngiltere iyi. O zaman hadi savaş açalım İran'a, oraya da medeniyet getirelim. Ne kadar petrol o kadar medeniyet. Ne kadar doğal kaynak o kadar medeniyet. Bugün Afrika'nın yarısı götü açık geziyor, babun misali. Götürsene oraya medeniyeti, yok.

Thin Line


There is a thin line between... earth and sky. genius and madness. love and hate. success and failure. coca-cola and pepsi. being rude and being honest. winning and losing. life and death. social drinking and alcoholism. obesity and nutrition. arrogance and confidence. truth and humor. patriotism and racism. news and fiction. smile and grimace. being sensitive and being paranoid. freedom struggles and terrorism.