
19 Eyl 2007
11 Eyl 2007
Kompozisyon (İlkokul 3.sınıf)

10 Eyl 2007
What's Love Got To Do With İt(oğluit)

Tina Turner zenci bir kadın. Saçlar başlar dağınık, her saat itibariyle yataktan fırlamış gibi. Bacakları kaslı, at baldırı gibi bir takım uzuvları var. Çirkin mi dersen, eğer bu çirkin değilse kardeş çirkin kim o zaman? diye sorasım var. Çirkin mi çirkin. Fakat seksi mi seksi bir kadın. Kadınlar nasıl Deprem Profesörü Mete Işıkara'yı seksi buluyorlarsa, Okan Bayülgen gibi bir bayır turpunu bile seksi buluyorlarsa ben de Tina Turner'ı seksi buluyorum. (Bu arada bence depremden 15 saniye önce kişneyen bir küheylanın yarattığı katma değer Mete Işıkara'nın depremle ilgili bütün çalışmalardan daha fazladır ve bu iddiamı her türlü bilimsel ortamda kanıtlamaya hazırım.)
Seksi sanatçı kimdir? sorusu geliyor hemen aklımıza bu noktada. Seksi sanatçı kendisine yakışanı giyen midir? Yoksa dal taşşak dolaşan insan mıdır? Yiğidin malı meydandadır prensibiyle dolaşan baletler midir seksi? Seksi insan kendisiyle seks yapmak istediğimiz insan mıdır? Yoksa bir insanla seks yapmak istemesek dahi ona seksi diyebilir miyiz. Bence diyemeyiz. Özellikle bilhassa benim George Clooney'i seksi bulmam doğru olmaz mesela. Ama Angelina Jolie'ye seksi diyorsam eğer bilin ki, kendisine karşı niyetlerim tamamen halisanedir. Bugün bir Angelina Jolie kolay yetişmiyor. Birine çok seksisin demek, tabirimi mazur görün ama bence kibarca "ben sana kaymak istiyorum" demekten çok farklı değil. Yoksa kimse annesine, anneciğim bugün çok seksi görünüyorsun demiyordur veya baldızına seksi baldız nasılsın diyen birisinin aile ilişkilerinde düzeyi kaçırdığı konusunda sanıyorum tereddüt yoktur.
Bu minvalde, seksi sanatçıyı seks yapmak istediğimiz sanatçı olarak tanımlarsak eğer Tina Turner'ı seksi bulmam konusunda bir açıklama yapmak uygun düşer belki. Evet, Tina Turner'ı bir dönem şiddetle arzuladığımı burada yadsıyacak, öyle değilmiş gibi yapacak değilim. Fakat şimdiki aklımla baktığımda o dönemlerde çok da fazla seçici olmadığımı düşünüyorum. Ha şimdi Tina gelse ve "beni al" dese, ki Türkçe bilmediğinden "take me" veya "take me as I am" filan demesi beklenirdi. O an kendisini, "babannem yaşında kadınsın, yakışıyo mu senin gibi sanatçıya" diyerek ayıplarım. Fakat eskiden, bünyedeki testesteronun ve taşşaklardaki testisteronun etkisiyle olsa gerek traşlı maymunlara bile ilgi duyuyormuşuz. Ne acayip. What's love got to do with it? Nothing...
Starbak hele

6 Eyl 2007
Know Thyself

Bir aforizma da Delphi'deki Apollo tapınağından geliyor. Tapınağın girişinde yunanca gnothi seauton yazıyor. Latincesi nosce te ipsum.
Türkçesi, kendini bil kendi, sen bilmezsen kendini patlatırlar enseni...şeklinde olmalı. Veya kısaca "kendini tanı", "kendini bil".
Freemasonik örgütlenmelerde de sık sık karşımıza çıkan bir söz.
Hatta aynı isimli bir şiir var, Alexander Pope tarafından yazılmış;
Know then thyself, presume not God to scan;
The proper study of mankind is Man.
Placed on this isthmus of a middle state,
A being darkly wise and rudely great:
With too much knowledge for the Sceptic side,
With too much weakness for the Stoic's pride,
He hangs between; in doubt to act or rest,
In doubt to deem himself a God or Beast,
In doubt his mind or body to prefer;
Born but to die, and reasoning but to err;
Alike in ignorance, his reason such
Whether he thinks too little or too much:
Chaos of thought and passion, all confused;
Still by himself abused, or disabused;
Created half to rise and half to fall;
Great lord of all things, yet a prey to all;
Sole judge of truth, in endless error hurled:
The glory, jest, and riddle of the world!
Aforizmalar
2-Hayatta olmamız gerçekten mucize. (Allahın işine akıl/sır ermiyor.)
3-Mucizelere inanmam.(Ben)
4-Herkes kendi kaderini yaşar yarim. (Gülben Ergen)
5-Seveceğin bir iş seçersen bir gün bile çalışmış olmazsın.(Confucius, ooldu!)
6-Karşılaştığınız sorunları o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz.(A.Einstein)
7-Cahil insanı tartışarak mağlup etmenin imkanı yoktur.(Anonim)
8-Eğitim cehaleti alır, eşeklik baki kalır (Baki)
9-İnsanların güvenini kaybedeceğime para kaybetmeyi tercih ederim.(R.Bosch)
10-What does not kill you makes you stronger (Nietzsche)
11-Quod me nutrit me destruit (Angelina Jolie'nin göbeği. Beni besleyen şey aynı zamanda beni yok eder manasında. Hakikaten böyle bir şey var. Küçükken, bizim bacanağın eltisinin küçük oğlu vardı. İngiltere'de yaşıyorlardı ve sürekli sütle beslenen gürbüz bir çocuktu John. Hatta Eltin John diye esprisini de yapardık. Çabuk olgunlaştı John. 14 aylıkken çarşı pazar alışverişini yapmaya kendisi gitmeye başladı. 1. 5 yaşındayken süt kamyonunun altında can verdi. O zaman duymuştum bu deyişi. John için ironik bir son. Üstelik de kafiyeli.)
11-In the long run we are all dead (Keynes, yok ya!)
12-İlham kaynağım şu gördüğünüz boğaz. Bu deniz, öküze bile ilham verir(Serdar Ortaç, estafurullah)
13-Hiçbir şey yapmamak için herşeyi yaparım(Garfield)
14-Kadınlar güçsüz olana kendini bir ödül, güçlü olana bir eşya gibi sunar(Cesare Pavese)
15-İnsan insanın kurdudur. (Homo homini lupus)
16-Homini gırtlak püfüdü kandil, tumba yatak(Sezen Aksu)
17- I usually say, fuck the truth, but mostly truth fucks you.
18-Consumption of alcohol may lead you to believe that ex-lovers are really dying for you to telephone them at 4 in the morning. (İlginç dee mi?)
19- I have never in my life learned anything from any man who agreed with me. (Dudley Malone)
20-İnsanlar bazen kafalarında tasarladıkları renksiz ve manasız yeni kelimeleri kullanarak, öyle gereksiz karşı çıkışlar gösteriyorlar ki; sonunda anlam sözü yönetmesi gerekirken, söz anlamı yönetir hale geliyor. (Francis Bacon)
21-Some people say I don't have a vision. I just don't see that (George W. Bush)
22-Belki de bu dünya başka bir dünyanın cehennemidir. (Aldous Huxley...ama Türkiyemiz bir cennet Huxley abi...)
23-Ciddiyet sığlığın tek sığınağıdır (Oscar Wilde...laubalilik de derinliğin tek şeysidir de mi Oscar abi?)
24-Denenmişi denemek aptallıktır.
25-Denenmişi denemek de akıllılıktır. (Volkan abi)
26-Excuses are like assholes Taylor. Everybody's got one. (Sgt.O'Neill, Platoon filminden)
27-It's ok to be different...just don't lose yourself in the process.
28-Simplicity is the ultimate sophistication-Leonardo da Vinci.
more to come...
3 Eyl 2007
Pöfomıns
Herneyse, blog olayı farklı. Günlük ve blog aynı şey değil. En azından benim açımdan. Aynı şeymiş gibi kullananlar olabilir. Kimse kendi blogum ekşi de demez ayrıca. Gönül isterdi ki, bir müzisyen olayım veya bir sanatçı, animatör, ekstra bir yeteneğim olsun, beste yapiim, şiir yaziim, söylediğim şarkıları yayınlayayım youtube'dan, buraya link'ler vereyim, en azından photoshop'la resim modifiye etmekten anlasam burayı dolduracak çok nefis deviant art'ımsı oluşumlar sergilerdim.
Fakat, hayat kısa sanat uzun. Benim sanata ayıracak hiç boş vaktim olmadı. Bir dönem sanatın toplum için olduğunu düşündüm. Sonra sanat sanat içindir diye düşünmeye başladım. Eğer sanat gerçekten sanat içinse o zaman sana söylemek istediğim en güzel söz henüz söylememiş olduğumdur sözü anlam kazanıyor. Birisine söyleyeceğimizi bildiğimiz, o kişinin beğenisi kaygısını taşıyan sözler olunca...bence, sözü söyleyen açısından anlamını yitiriyor. Beğeni kaygısı herşeyi bozuyor çünkü. Hayatta gerçek güzelliklerin ortaya çıkmamasının tek nedeni bu rating kaygısı bence. Hollywood bu yüzden ortalama beğeniye hitap eden filmlere bütçe ayırıyor, bu yüzden Hollywood'dan çıkan hiçbir film bizi şaşırtmayı başaramıyor. Bu yüzden bağımsız filmler insanı çok daha derinden etkiliyor. Yine bu yüzden popüler olan herşey ağzımızda keçiboynuzu gibi belli belirsiz bir tat bırakıyor. Bu yüzden popüler tatil mekanlarına gittiğimizde kendimizi Turist Ömer gibi hissediyoruz. Yabancılaşmamızın sebebi bu belki de. Üretim süreci ölçek ekonomisi denen naneye bu kadar önem verdiği müddetçe bizi tam kalbimizden veya tam beynimizden yakalayan herhangi bir ürün üretilmesi mümkün değil. Her ürün ortalama beğeninin, standart dağılımın, average mean'in, medianın esiri oluyor.
Nescafe üçü bir arada poşetleri gibi. Nescafe benim adıma kremayı, kahveyi ve şekeri karıştırmış. Benim adıma altın oranı bulmuş. Utanmadan piyasada bu ürünü satıyor. Belki ben kahveyi şekersiz içiyorum. Ama yok. Şekerli içmek zorundayım. Üstelik Nescafe'deki görevli ürün müdürünün veya gıda mühendisi her ne skimse o kişinin damak tadına uygun miktarda şekerli olarak içmek zorundayım. Niye? Gerekçesi de hazır. 1000 kişide lezzet testi uyguladık. Deneklerden 9900 küsür tanesi +/-99% güven aralığında (confidence interval) bu tadı tercih etti. Peki benim gibi o normıl distribüşın'ın uç noktalarına düşenler naapsın? (tails?) Neyse, Allahtan Starbucks var. Buzlu, decaffeinated, soya sütlü, triple espresso shot, no-cream, raspberry şuruplu grande Mocha Frappuchino içebiliyoruz. Starbucks'ın da allah 1000 türlü belasını versin. Veya vazgeçtim kaç çeşit türlü kahve üretiyorlarsa o kadar türde belasını versin.
İki ayrı uçta iki ayrı firma. Biri sizin yerinize sizin zevkinize uygun kahve karışımı satıyor. Diğerinde ise milyon değişik kombinasyon var, hangisini seçeyim diye insanlar kasada arpacı kumrusu gibi düşünmeye başlıyor. Paradox of Choice. Yaptığın her seçimin bir fırsat maliyeti var. Ve insan yaptığı seçimlerin fırsat maliyetlerini düşünmekten yaptığı seçimin keyfini çıkaramaz hale geliyor. Bu Paradox of Choice konusu, yani more choices mean more freedom, more freedom means more welfare, so more choices mean more welfare çıkarımının da artık geçerliliği sorgulanan bir konu. Başka bir zaman belki değinirim.
Nescafe ürün müdürlerine benim bu anlamda bir önerim olacak. Profesör Zihni Sinir gibi bir icat. Bir tane poşet düşünelim Nescafe üçü bir arada modeli. Yine konulan şeker, krema, kahve miktarı aynı olsun poşette. Ama poşet üç ayrı bölümden oluşsun. İsteyen hepsini döksün fincana isteyen şekerini az koysun, kremasını çok koysun veya kahvesini azaltsın. Miktar aynı miktar fakat sunum farklı. Belki de bunun patentini almalıyım. Belki de zaten yapılmıştır. İnternette aklıma gelen hangi fikri araştırdıysam bundan yüzyıllarca önce yapılmış olduğunu keşfediyorum. Geçenlerde dedim ki, şöyle bir ürün olsa mesela hem yürüsek hem müzik dinlesek. Aha walkman dememe kalmadı oha ipod dedim. Adamlar yapmış. He he! Durum bu kadar vahim değil. Ama gerçekten, bu gökyüzü altında söylenecek ne kadar söz varsa söylenmiş, düşünülecek ne kadar fikir varsa düşünülmüş, çekilecek ne kadar senaryo varsa filmi çekilmiş, gösterime girmiş ve hatta çok sevilmiş ikincisi üçüncüsü çekilmiş. Bize yaratacak ne kaldı? Diye düşünüp karamsar olursak işte o annnn...ben yaşayamam. İşte bu sözler de benim sözlerim değil Rafet El Roman'ın sözleri. Tabii onun da sözleri değil o da bir yerden alıyor bunları, götünden uyduruyor değil. Götünden uyduruyor olsaydı yazdığı sözler şuna benzerdi: zaaart, zoooart....zoo art? WTF? Bir yerlerde okumuştum, yaratmak ve kopyalamakla ilgili. Önemli olan nereden aldığın değil nereye götürdüğün müydü? Neydi? Yani kopyalamakta sıkıntı yok da sıkıntı yeni bir şeyler yaratmakta mı demek? Gaugin de "Art is either plagiarism or revolution" diyor. Yani sanatta yaptığın ya çalıntıdır ya da bir devrimdir. Rafet El Roman'a devrimci mi diyeceğiz hırsız mı?
Şimdi bu Rafet El Roman'ın genizden gelen bir aksanı ve komik telaffuzu, ayrıca ve bence ayıca sürdürdüğü Almancı naifliği, şarkıcı duygusallığı, kafaya geçirdiği emmi şapkası ve muşmula suratı bu kişiyi milyonların sevgilisi yapmaya yetiyor ve artıyorsa. Artık sanat sanat için midir? Yoksa a.k. sanat toplum için midir? Sorularını üretmemizin manası var mı? Neyi tartışıyoruz biz? Ben? Neyi tartışıyorum? Manyak mıyım lan bana ne Rafet El Roman'dan.
Bir zamanlar bir belediye başkanımızın bir heykel için ben böyle sanatın içine tüküreyim demişti. Haklıydı haksızdı tartışılır. Hatta tartışıldı da bu konu. Ve bir çözüme ulaşmadı. Kimileri haklıydı dedi. Kimileri haksızdı, sanattan anlamayan cahil, öküz, ortaçağ soytarısı, dingil gibi tabirler kullananlar oldu. Bu ve buna benzer tabirlerin bir kısmını ben de kullanmıştım. Fakat adamın halet-i ruhiyesini anlamak mümkün. Yani halet-i ruhiye kelimesini anlamak pek mümkün değil belki ama bir kişinin bir sanat eserini, bir ressamın tablosunu, bir heykeltraşın heykelini, bir berberin traşını eleştirirken kırıcı tabirler kullanmasını anlamak mümkün. O anlamda bazen ben de bazı sanatçılar için (çevreleri ve kendileri kendilerini böyle sınıflandırdığı için sanatçı diyoruz, aslında bu kadar ucuz değil sanatçı olmak) senin yaptığın sanatın içine tüküreyim, hatta üzerine oturup kakamı yapayım diyebiliyorum. Bir ses sanatçısı için bu söylediğim, senin ağzına sıçayım manasına geliyor olabilir. Ve gelsin de isterim esasen. Kimsenin benim bulunduğum ve kulak tıkacımın olmadığı ortamlarda çatlak sesi ve gerzek yorumuyla kulak zarımın kızlığını bozmaya hakkı olmamalıdır diye düşünüyorum. Ve hatta bir genelleme yaparsam, Türk halkının müzik zevkine gerçekten sıçmam gerekir.
Zevkler ve renkler tartışılmaz kisvesi altında yıllardır çektiğim cefanın haddi hesabı kalmadı. Tarihten kareler dün gibi aklımda, çarşı pazar gezerken bağırtılan türküler, sonuna kadar açılmış kolonlardan gelen oyun havaları, otobüs ve minibüs yolculuklarında, kanal değiştirmek için dahi yorgun argın koltuğa oturduğunda her nasılsa tv'da takılı kalan televolelerde, gökyüzünü kaplayan radyo sinyallerinin %95'inde, zorunlu olarak götürüldüğüm fasıl yemeklerinde, müziğe müdahale etme olanağımızın bulunmadığı ev partilerinde, bağda, bahçede, plajda, camide, kışlada, hayvanat bahçesinde, kapat şunu diye uyarmamıza rağmen inatla sesini açan komşuda, iş arkadaşında, arabada, caddede, mağazada şurada burada....Her yerde beynimizi sken anlamsız müzikler.
Neyse güzel güzel günlük yazarken sinirlenmenin anlamı yok. Ama gerçek de bu. Müzik ancak sessizlikten güzelse çalınmalı bence. Kimsenin sessizliğin güzelliğini bozmaya hakkı olmamalı. Enjoy the silence, diyerek bu yazımı noktalıyorum. Yazı bitti. Samimi söylüyorum. Okumaya devam eden açık ve net söylüyorum salaktır. Şimdi interaktif yazı yazıyorum ya, ne desem yine de okuyacaksın di mi? Bu kadar da şahsiyetsiz bir insan görmedim. Kardeşim yazı bitti diyorum. Yalan borcum mu var sana? Bitti. Bak bundan sonra ağır konuşacağım en iyisi mi sen paşa paşa uza bakiim. Yapma canım, yapma arkadaşım.