11 Tem 2007

Die(t) Hard 4.0



Geçen hafta mıydı bu hafta mıydı neydi diete başladım. Başlama tarihini hatırlamamamın sebebi muhtemelen bu süre zarfında beynime yeterli protein ve fosforun gitmemesi. Zira bengal gaplanlarına bile taş çıkartacak düzeyde etobur bir kişi olan ben, eti-meti kestim. Geçen gün (günleri de anımsamıyorum ki dün müydü evvelsi gün müydü) öğle yemeği yemedim. Ki böyle bir olay en son ilkokulda tekne orucu tutarken gerçekleşmişti. Dini inançlarımdan vazgeçmem de aynı tarihlere rastlar.

Sonra aynı gün öğle yemeği yemedim madem akşam yemeğini de atlatabilirim bende bu hür irade bu dedication, bu hazzı erteleme yeteneği ve bu yogi sabrı olduktan sonra diyerek akşam yemeği de yemedim. Bu arada hiçbir şey yemedim diyorum ama muhtemelen kafayı yemiş olabilirim. Zira yaptığım diyet değil F tipi cezaevi ölüm orucu. Akşam arkadaşlara gitmem lazım, çünkü kendi irademe güvenemiyorum evde olsam kesin bir yandan Little Caesar's, Domino's ve Pizza Hut'ı arayıp aynı anda 3 tane supersupremextravaganzzaenfesnefissüpersusamlı kenarlı battal seçim pizza sipariş edip, diğer yandan yemek sepetinde semte servis yapan ne kadar çin mutfağı, bolulu hasan usta, urfalı hacı usta, anamurlu çikita usta varsa içlerinde en hızlı siparişi kim yapıyor görmeye hazır vaziyette olacağıma eminim.

Arkadaşlara gittim sağolsun, sadece bir bardak muzlu süt yaptı. İçine dondurma da atayım mı dedi. Hayatımda dondurmalı muzlu süt içmedim ama değişik olur madem at bakalım filan diyorum. Bana kalsa o anda muzlu sütün içerisine patlıcan kebabı, ali nazik, küşleme de atılsa hiç fena olmaz, ya o değil de bir yerde okumuştum inegöl köfteli muzlu süt yapabilir misin diyesim geliyor. İnsanın hep kafasının içinde dolaşan bir iç sesi vardır ya. Şimdi o iç ses midemden geliyor. Ve her zamankinden daha kararlı şeyler söylüyor. İçimden sürekli, Allaam, bugün ölmezsem bir daha ölmem, hadi allahın cezası yap şu lanet olası muzlu sütü, ya rabbi bugünü atlatmama yardımcı ol, yeter artık kapat şu blenderı muz moleküllerine ayrıldı filan diye söyleniyorum. Neyse muzlu sütü içtim, kan şekerim bayılma seviyesinin üzerine çıktı. Nasıl olmuş dedi arkadaş, ya fena olmamış, fena olmamasına da muzu ve dondurması...ha bir de sütü az olmuş dedim. Bir tane daha yapayım istersen dedi. "Yok lan deve, ne sandın sen beni, yuh oha artık, herife bak ya" diye söylendim.

Tek hedefim şu yukardaki gibi bir plaj vücuduna sahip olmak. Tabii bunun için bir yandan da hormon tedavisine filan başlayıp vücuda östrojen yükletmem lazım. O değil de alt tarafı göbeğine güneş kremi süren kızdaki şu coşkuya bak. Anti-depresanlı güneş kremi ürettiler de ben mi bilmiyorum. Neyin nesidir bu neşe?

9 Tem 2007



Diğer liderler haftanın son gününü meydanlarda geçirirken, Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Mehmet Ağar, yağlı güreş yarışlarını izlemeyi tercih etti. Ağar, dün önce 3. Geleneksel Gökbel Yaylası Yağlı Pehlivan Güreşleri için Antalya'nın Alanya ilçesine gitti.
Bölgeye helikopterle gelen Ağar, mehter marşı ile karşılandı. Karşılama sırasında 'Başbakan Ağar' ve 'Terörün kökünü kazıyan adam' sloganları atıldı. Protokol tribününden konuşmasını gerçekleştiren Ağar, Türkiye'nin asla bölünmeyeceğini belirtti. "Er meydanında siyaset yok." diyen Ağar, kısa konuşmasını, "Allah Türkiye'mizi, Türk milletini korusun. Allah'a emanet olun." sözleriyle tamamladı.
DP lideri, daha sonra gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. Ağar, "Başbakan Tayyip Erdoğan'ın muhalefet liderlerini Daltonlar'a benzetmesine ne diyeceksiniz?" sorusuna, "Bunu yeni duydum. Türkiye'nin bunca sorunu varken böyle sözlerle siyaseti sulandırmanın bir anlamı yok." karşılığını verdi.
DP lideri Ağar, bir başka soru üzerine de hükümetin özelleştirme politikasını eleştirdi. Milletin yetim hakkını soracak iktidar aradığını belirten Ağar, şöyle devam etti: "Millet yetim hakkını soracak iktidarı arıyor. 1,5 milyar dolar yıllık cirosu olan bir şirketi 2 milyar dolara satıyorlar. Zaten satılan şirketin arsası 2 milyar dolar ediyor. Millet bunu kaçırmayacak. 3 ayda 800 milyon doları birinin cebine koyuyorlar. Millet bunların cevaplarını merak ediyor. Şovmenliğe gerek yok. Millet ciddiyet arıyor. Türkiye'nin kaynaklarını har vurup harman savuran, siyaset yoluyla zenginleşenlerin hesabını soruyor millet. Meydanlarda gezip 'başörtüsü namusumuzdur' diye son sürat tornistan yapanları arıyor millet. Öyle yalanla, dolanla siyaset olmaz." Kendisine hediye edilen kepeneği ve Alanya şalvarını giyen Ağar, güreşçilerle hatıra fotoğrafı çektirdi. Ardından helikopterle Gökbel Yaylası'ndan ayrıldı.
SAYIN MEHMET AĞAR'A AÇIK MEKTUP:
1-Terörün kökünü kazıyan adam olarak adlandırılmak nasıl bir duygu?
2-Eğer gerçekten terörün kökünü kazıyan bir adam olsaydınız bu nasıl bir duygu olurdu?
3-Siyaseti sulandırmanın anlamı yok, şovmenliğe gerek yok, millet ciddiyet arıyor...gibi tutarlı ve vakur bir siyaset adamına yakışan ciddi lafları konuştuktan sonra Alanya'nın gölgede 44 derece sıcağında, keçi kılından yapılma kepenek (her ne demekse) ve Alanya şalvarını giyip güreşçilerle hatıra fotoğrafı çektirmenin ciddiyetle bağdaşır bir tarafı var mı? Oraya buraya helikopterle gitmek şovmenlik değilse nedir?
4-O sıcakta başınıza sıcak geçmedi mi?
Bir soru da editöre: Yağlı güreş yarışları nasıl oluyor, kıspet giyip çim pistte koşturuyor mu pehlivanlar anasını satiim?
Not: 4. soruya yanıtınız evetse diğer soruları yanıtlamak zorunda değilsiniz.

Serdar Turgut'u Tokatlamak





Amerika uçuşlarında sorun var (28.06.2007)
serdar.turgut@aksam.com.tr

THY’nin İstanbul-New York uçuşlarında son günlerde bir problem yaşanıyor. Bunlar sadece bir kez olsa sorun etmem. Her havalimanında olabilir böyle aksamalar biliyorum. THY’de son zamanlarda bu iş sıkça olmaya başladı. Ben New York’a çok sık uçarım. Hatta geçenlerde sadece hafta sonu için gidip gelme gibi bir çılgınlık da yaptım ve ağrılarım neredeyse yeni geçti sayılır. Çok uzun yıllardan beri THY ile uçuyorum. Yoldaki bulutların şeklini bile ezberledim sanıyorum. Havaya bakıp o anda hangi ülkenin üstündeyiz onu bile söyleyebilirim.
THY’nin İstanbul-New York uçuşlarında son günlerde bir problem yaşanıyor. Uçak, New York Havaalanı’na indiğinde çok uzun süre apronda bekletiliyor. Çıkış kapısına yanaşması neredeyse saatler alıyor. Aynı şey İstanbul’a geri dönerken de yaşanıyor. Bu kez de uçak, kalkış sırasını bekliyor saatlerce,Bütün bunlar sadece bir kez olsa sorun etmem. Her havalimanında olabilir böyle aksamalar biliyorum. Ancak THY’de son zamanlarda bu iş sıkça olmaya başladı. Sadece ben son ayda iki kez uçtum. İkisinde de aynı durum oldu. Eşim gitti, ona da oldu. Başka yolculara sordum, onlar da aynı şeyden şikayet ettiler.Bütün bu aksama rastlantı olamaz. Çünkü aksamalarda bir düzenlilik var ve her defasında beklenilen saat miktarı artıyor gibi.
Bu durumda ben, JFK Havalimanı’nda ya THY’ye karşı bir art niyet var ya da bizimkiler bu meselemizi düzgün biçimde aktarmadılar oradaki otoriteye ve masaya oturup meseleyi çözme adımını atmadılar diye düşünüyorum.11 saat uçtuktan sonra çıkacağınız kapı ileride dururken uçağın içinde iki saat beklemek zorunda kalmak insanı gerçekten yoruyor ve sıkıyor. Bir keresinde bekledikten sonra kapıya nihayet yaklaştık ama bu sefer de onların tarafında kapı bozuldu. Uzatamadılar kapıyı bir türlü.
İşte o zaman Amerika’nın halini görecektiniz. Bir sonraki uçağa atlayıp geri dönerdiniz kesinlikle. Ben olaya konsantre oldum. Basit işlerde zenciler çalıştırıldığı için, bazı zenciler aşağıda ellerinden muzları alınmış şebekler gibi bir oraya bir buraya koşturup duruyorlardı. Bir şey de yaptıkları yoktu. Sadece bakıp panikliyorlardı. İnşallah hava uçuş kontrolörleri de bunlardan değildir, o zaman tehlike muazzam olurdu. Aşağıda o panik sürerken ben yolculara ‘hazır olun, galiba geceyi burada geçireceğiz’ dedim. Çünkü o ekibin kapıyı tamir edebilmesi mümkün değildi. Onlardan sadece kötü bir çete veya rap grubu oluşturulabilirdi.
Ama sonunda sıkıntılı suratlı ve laubali davranışlı iki adam geldi çantalarıyla birlikte. Kapıyı iki dakikada tamir ettiler de kurtulduk oradan. Benim tezim; o iki adamın mutlaka Türk oldukları yolunda.THY bu soruna bir an önce el atmalı ve New York uçuşlarındaki sorunu çözdürmelidir. Bunun mutlaka bir yolu olmalı. Başta o tarafa şikayetimizi aktarıp teşhis konulmak gerekiyor sanırım.....
SEVGİLİ SERDAR TURGUT'A AÇIK MEKTUP:
1- Sadece sizi ilgilendiren bir konu, hadi biraz daha insaflı davranayım, sizi, ailenizi, JFK havalimanı apron yetkililerini ve THY personelini ilgilendiren bir konu hakkında görüşlerinizi yazı yazdığınız bir köşeye aktarmanın anlamı nedir?
2-JFK havalimanında THY uçaklarının normalin üzerinde bekletildiği sonucuna sadece iki uçuşla üstelik bunların her ikisi de THY ile olmasına rağmen nasıl ulaştınız?
3-THY uçaklarının diğer uçaklara nazaran daha fazla bekletildiğine dair bir kanaatiniz oluşabilmesi için NY'a başka havayollarıyla ( en azından bir tane) da uçmanız gerekmez mi?
4-Bütün bunlar bir kere olsa mesele etmem ama iki kere gittim ikisinde de oldu...Eşime de oldu. Bütün bu aksamalar raslantı olamaz, her seferinde de artıyor gibi...Birkaç cümle içerisinde ne kadar saçmalayabildiğinizin farkında mısınız?
5-Basit işlerde zenciler çalıştırıldığı için, bazı zenciler aşağıda ellerinden muzları alınmış şebekler gibi bir oraya bir buraya koşturup duruyorlardı. Bir şey de yaptıkları yoktu. Sadece bakıp panikliyorlardı. İnşallah hava uçuş kontrolörleri de bunlardan değildir, o zaman tehlike muazzam olurdu. Aşağıda o panik sürerken ben yolculara ‘hazır olun, galiba geceyi burada geçireceğiz’ dedim. Çünkü o ekibin kapıyı tamir edebilmesi mümkün değildi. Onlardan sadece kötü bir çete veya rap grubu oluşturulabilirdi.
Bu kadar pis zihniyetli bir ırkçı olmayı nasıl başardığınızı merak ediyorum. Akşam'da köşe yazarı olmanız size insanları aşağılama hakkını mı veriyor?
6-THY bu soruna bir an önce el atmalı ve New York uçuşlarındaki sorunu çözdürmelidir. Bunun mutlaka bir yolu olmalı. Başta o tarafa şikayetimizi aktarıp teşhis konulmak gerekiyor sanırım.....Evet bunun bir yolu var. Ama bu olmadığı kesin. Gider THY Halkla İlişkiler bölümünü ararsın veya götün yiyorsa gidersin NY'da oranın çalışanlarından yetkililerinden, sorumlularından vs. kimse konunun muhatabı şikayetçi olursun. Köşe yazarı olmanın bir sorumluluğu olmalı. Orası senin şahsi blog'un değil.
Bence Maymun'u fazla tokatlamaktan beynine yeterince kan gitmedi ve beynin bazı bölümleri ciddi hasar gördü. O yüzden bence en iyi tedavi şekli olarak çiviyi çiviyle sökme yöntemini öneriyorum. Aynanın karşısına geç, ne kadar sürer bilmiyorum ama iyileşinceye kadar kendini tokatla. Maymunu tokatlıyormuş gibi düşün. Gerek duyarsan Rana'yı çağır bir kaç yumruk da o atsın. Din, hümanizm, demokrasi, çağdaşlık, laiklik vs. bu gibi bazı temel kavramlar hakkındaki tüm görüşlerin iyice netlik kazansın. Tek bir tokattan bahsetmiyorum en az 100-150 tekrar lazım. İyileşmek istiyorsan bu söylediklerimi sorgulamadan uygulamalısın. Çünkü buradan göründüğü kadarıyla sorgulayarak anlamlı sonuçlara ulaşacak akli melikede değilsin. Senin iyiliğin için konuşuyoruz burada oğlum. Maymun oynamıyor...

5 Tem 2007

Noise and Signal 2.0


(McNaughts Comet over Eyre Peninsula South Australia)

Gürültü ve sinyal? Aralarında uyum bulunmayan düzensiz seslerin, bütünü, patırtı, şamata diye tanımlamış gürültüyü tdk. Fakat benim kast ettiğim gürültü bu değil. O yüzden wikipedia'ya bakıyoruz.
In common use the word noise means unwanted sound or noise pollution. Yani istenmeyen sesler veya gürültü kirliliği, ses kirliliği ya da. Tamam bu tanım daha güzel. Neden daha güzel zira, aralarında uyum bulunmayan düzensiz sesler deyince tam bir önyargısal Türk gürültü modeli ortaya çıkıyor. Bana göre Sezen Aksu'nun müziği gürültüye benziyor, babama göre de Metallica'nın yaptığı gürültüden ibaret. Yani kime göre ve neye göre uyumlu sesten söz ediyoruz? Değil mi ama. Bu duruma ekşisözlükten lem isimli suser, komşunuz mozart dinlerken sokaktan gelen ses gürültüdür, sokağı dinleyen biri için ise Mozart gürültüdür diyerek bambaşka bir açılım getirmiş. (Saygılar Lem) Ama bu gürültü tanımı da doğru olmakla birlikte yine bu gürültüden bahsetmek istemiyorum çok sıkıcı bu gürültü tanımı.

In science, and especially in physics and telecommunication, noise is fluctuations in and the addition of external factors to the stream of target information (signal) being received at a detector.
Bu biraz daha yakın açıklamaya çalıştığım kavrama.

Fooled by Randomness, Nassim Nicholas Taleb'in şu aralar bitirmek üzere olduğum kitabının adı. Temelde edebi düşünce yapısının gürültü ve anlamı birbiriyle karıştırma eğiliminde olduğunu söylüyor. Rasgele oluşturulmuş bir mesaj veya fikir içeren bir cümleden anlam çıkarmaya çalışmak...Lisede okursunuz bir şairin şiirlerini, Edebiyat öğretmenleri gelir bilmiş tavırlarla şair burada bayrağa sesleniyor veya şair burada bunu demek istemiş diye kafamızı karıştırır. Hep şüpheyle yaklaşmışımdır bu tarz öğretilere...Nereden biliyoruz peki şairin gerçekten ne söylemek istediğini? Şairin kullandığı sembollerin ne amaçlı kullanıldığını kendisine sormadan bilebilir miyiz? Belki sorsak bile gerçek anlamlarını söylemekten imtina edebilirdi şair.

Fransız şair Paul Valery ile ilgili bir hikaye var. Bir gün Paul Valery şiirlerini yorumlayan birine rastlıyor ve dehşete düşüyor, vay be ben ne anlamlar kast etmişim meğersem diye. Evet hikaye bu kadar.
Asıl mesele şu, artık gestalt psikolojisinden midir yoksa raslantısallığı içselleştiremediğimizden midir? (bu da nasıl saçma bir cümle oldu) artık bilmiyorum, çevremizde olup biten her şeyde bir anlam arıyoruz. Bulutlara bakıp onları anlamlı bir şeylere (mesela dalgalara) benzetiyoruz. Türk kahvesinin telvesine bakıp "sana yol göründü, senin geçmişte olan bir olaya canın sıkılmış (Viyana Kuşatmasına mesela)" gibi yorumlarda bulunuyoruz.











Rorschach mürekkep testinde deniz atı görüyoruz mesela gibi.










Gördüğümüz herşeyden bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz. Fransız şair Arthur Rimbaud'dan bahsediyor Taleb. Diyor ki, Rimbaud 19. yüzyıl sembolik şairlerinden biriydi. Bulutlarda camiler gördüm diyordu. Kendisi gibi sembolik bir şair olan Paul Verlaine ile tanıştı. Sembolik bir fiyat karşılığında Paul Verlaine'in evinde kalmaya başladı (bunları Taleb söylemiyor ben uyduruyorum. Ama evinde kalma kısmı gerçek.) Paul Verlaine ile Arthur Rimbaud birbirlerine aşık oldular ve kah absinthe kah hashish içerek deli dolu bir hayat sürdüler. Bir nevi Parisback Mountain filminin film seti gibi bir şey. Ama bu insanlar eşcinsel oldukları kadar semboliklerdi de.

Arthur Rimbaud yandaki resimde yakayı bağrı dağıtmış şekilde 17 yaşında. 18 yaşında iken Paul Verlaine sarhoş bir vaziyette öfkeyle Rimbau'ya iki el ateş ediyor. Kurşunlardan birisi Rimbaud'nun sol bileğine isabet ediyor. Rimbaud Şikayetçi oluyor, Verlaine'den iki sene hapis yatmasına sebep oluyor. Sonra Verlaine hapisten çıkıyor bu arada Rimbaud serbest vezinle şiir filan yazıyor, hapisten çıktığında Rimbaud şiiri filan bırakmış, tövbe etmiş ve katolik olmuş vaziyette. Şiiri bıraktığında 19 yaşında. Çok çeşitli ülkelere afrikaya, kıbrısa vs. giderek çalışıyor Rimbaud. İnşaatlarda amelelikten tutun, koloni tacirliğine kadar yapmadığı iş kalmıyor. Çoğunlukla tabanvay usulü seyahat ettiğinden olsa gerek Etiyopya'da dizim ağrıyor diye doktora gidiyor. Doktorlar da kanserden dolayı bacağını kesiyorlar. Sonra bacağındaki kanser yayılıyor neticede 37 yaşında ölüyor. Acıklı bir hikaye.
Her neyse, Mallarme, Rimbaud, Paul Valery filan bunların hepsi sembolistler aslında. Hepsi de ölmüş bunların ama bunların sembolizmi bize miras bırakmışlar. İşin içine Freud'un psikoanalizi, dindeki semboller filan birleşince herkesin kafası karma karışık bir hal alıyor. Rüyalar, hayal gücü, inançlar vs...
Bazı şeylere anlam yüklemeye, neden sonuç ilişkisi içerisinde değerlendirmeye çalışıyoruz. Oysa hayat anlamsız :) Değil tabii. Ama o kadar fazla neden sonuç ilişkisi yok. Her başarının ardında yetenek yok. Çoğu şey aslında şansa bağlı. Kader ve kısmet işte. :)
Milyonlarca maymunu bir odaya kapatıp önlerine birer daktilo koysak ve bunlara sınırsız zaman versek, elbette içlerinden bir tanesi elinde Shakespeare'in bir eseriyle çıkıp gelecektir. Teorik olarak mümkün bu. Ancak, siz bu elinde İlyada destanıyla gelen maymunu yeni bir eser yazması için işe alır mısınız? Almazsınız. Talih o maymunun yüzüne gülmüştür çünkü. Çevremizde de böyle maymunlar yok mu peki? O konuya sonra gelelim.

Noise and Signal



Desiderata

Go placidly amid the noise and haste,
and remember what peace there may be in silence.
As far as possible without surrender
be on good terms with all persons.
Speak your truth quietly and clearly;
and listen to others,
even the dull and the ignorant;
they too have their story.

Avoid loud and aggressive persons,
they are vexations to the spirit.
If you compare yourself with others,
you may become vain and bitter;
for always there will be greater and lesser persons than yourself.
Enjoy your achievements as well as your plans.
Keep interested in your own career, however humble;
it is a real possession in the changing fortunes of time.
Exercise caution in your business affairs;
for the world is full of trickery.
But let this not blind you to what virtue there is;
many persons strive for high ideals;
and everywhere life is full of heroism.

Be yourself.
Especially, do not feign affection.
Neither be cynical about love;
for in the face of all aridity and disenchantment
it is as perennial as the grass.

Take kindly the counsel of the years,
gracefully surrendering the things of youth.
Nurture strength of spirit to shield you in sudden misfortune.
But do not distress yourself with dark imaginings.
Many fears are born of fatigue and loneliness.
Beyond a wholesome discipline,
be gentle with yourself.

You are a child of the universe,
no less than the trees and the stars;
you have a right to be here.
And whether or not it is clear to you,
no doubt the universe is unfolding as it should.

Therefore be at peace with God,
whatever you conceive Him to be,
and whatever your labors and aspirations,
in the noisy confusion of life keep peace with your soul.

With all its sham, drudgery, and broken dreams,
it is still a beautiful world.
Be cheerful.
Strive to be happy.

Max Ehrmann, Desiderata, Copyright 1952

3 Tem 2007

Taksim



Fenerbahçe Sky


We think too small, like the frog at the bottom of the well. He thinks the sky is only as big as the top of the well. If he surfaced, he would have an entirely different view.
Mao Tse-Tung (mao zedung) böyle buyurmuş. Böyle buyurmuş berduş. Diyor ki kuyunun dibindeki kurbaaya göre gökyüzünün çapı kuyunun çapı kadardır. Çapsız kurbağalar üzerine, bu gökyüzü altında söylenmedik bir söz kalmadı. Kurbaa metaforundan hareketle dünyayı açıklamaya kalkıyor Mao. Biz insanlar kuyunun dibindeki insanlar gibi küçük çaplı düşünüyoruz. Mao eğer yaşasaydı kendisine şu soruyu sormak isterdim: Eğer bir kurbaa kuyunun çevresini dakikada 4 kez dönebiliyorsa ve kuyunun çapı 22 metre ise, kurbağanın hızı kaç m/sn'dir? (Not: Pi, 3,14 olarak alınacaktır) Matematikle felsefenin farkı burada işte. Matematik bize net cevaplar sunar. Felsefe ise kafa karıştırır. Diyalektikle neyi çözebilirsin? Hangi sorunu çözdün diyalektikle Mao? Her insan kendisinin büyük resmi görebildiğine fakat diğer insanların küçük düşündüğüne kanaat getirebilir. Herkes küçük düşünüyor Mao büyük düşünüyor. Herkes küçük sıçrıyor. Kuyunun dibindeki kurbağa dahil. Ama Mao büyük sıçrıyor. "Great leap forward" he mi Mao? Armudun tadını almak istiyorsan armut ye. Doğu felsefesiyle diyalektiğin buluşması budur işte. Herkes küçük düşünüyor, armudun tadını almak istiyorsan armut ye. Vay be.

Automatic Toilet


Bilim adamları, ödediğimiz vergileri neleri araştırmak için kullanıyorlar. Buyurun size en güzel örneği. Otomatik tuvalet. Bu tuvalet İstanbul'da 5 yıldızlı otellerimizden birinde kullanımda ismini vermek istemiyorum. Sistem gayet basit. Tuvalete oturuyorsunuz. Çişiniz bittikten sonra tuvaletin yanında iki tane kol var. Bunlara dirseklerinizle bastırınca alttan bir tane boru tam anüsünüze denk gelecek şekilde uzuyor ve kıçınıza su püskürtüyor. Hatta isterseniz sıcak hava da püskürtüyor. Kurutma hesabı. Yeniliklere açık bir insanım. Evet. Bunu da denemesem olmazdı. Sifon çekme ve sıcak su ile yıkama fonksiyonu için yandaki kola yüklenmemle gömleğim su içinde kaldı. Amacım kıçımı alttan gayzer gibi fışkıran boruya denk getirmek iken bir anda kendimi sırılsıklam bir şekilde dünyanın orta yerinde aşk için ağlar vaziyette buldum. Klasik sisteme de dönüş yok. Sıcak havayla gömleğimi kurutmayı denedim onu da başaramadım. Karmaya inanıyorum. Bunun patentini alan bilim adamı olacak o yavşağı bulup o tuvalete oturtmazsam bana da İhsan demesinler.

Cumhuriyet Yürüyüşü


Cumhuriyet Yürüyüşünde çektiğim bir enstantane. AKP ampulü için "Lüzumsuzsa söndür" esprisini taşıyan döviz hoşuma gitti.

Köpek

When a man's best friend is his dog, that dog has a problem...